Sağlam, güçlü ve içten bağlılık. Neye bağlılık? Değerlerimize. Burada değerlerimizi tanımlamak, büyük anlam taşıyor ve yaşamımız bu değerlerin netliği ve onları destekleyen davranışlarımız, başka bir deyişle tutarlılığımızla bağlantılı olarak şekilleniyor.
“Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol!”
Kim olduğunla ilgilenmiyor aslında dünya, kim olduğunun ne kadar farkında olduğun ve bu kimliği ne kadar tutarlı bir şekilde ortaya koyduğunla ilgileniyor. Bizse doğru olanı yapmakla kendimiz olmak arasında gidip gelirken ne doğru, bizim onu doğru kılanın ne olduğunun farkında olduğumuz oluyor ne de yanlış… Birileri doğru olduğunu söylüyor, söylemiş, maruz kaldığımız büyük bir çoğunluk bunu savunuyor, savunmuş, aksi içten içe doğru olanın bu olduğunu bilsek de bize kendimizi suçlu hissettiriyor.
İnsan sosyal bir varlık ve sosyal uyum, huzur ve mutluluğun göz ardı edilemez gereksinimlerinden; bununla birlikte sosyal denge, kişilerin kendilerini ifadelerinin sürecin akışına yön verebildiği bir potansiyel taşıyor.
İnsanlar genel eğilim olarak, alıştıkları dünyada kendilerini güvende hissediyor ve herhangi bir sebeple oradan çıkmaya direnç gösteriyor. Bir yandan da heyecan ve keşif arzusu taşıyor. Ya hem kendisini hem de bağlantıda olduğu kişileri besleyecek, yer yer onlara kendilerini ve günlük işleyişlerini sorgulatacak potansiyelde veriler sunuyorlar ki bu esnada beslenmekte oluyorlar ya da içine sıkıştıkları rutinin içinde gittikçe daha da renksizleşiyor, hissizleşiyorlar.
Duygusal açıklık kati suretle bizden yaratıcılık talep ediyor. Kendine, ruhuna, kalbine dokun, oradan bir şeyin fışkırmasına izin ver diyor. Bu hayatı gökkuşağı renklerine buluyor. Ya da hava hep kapalı ve yağan yağmur, güneşin bizi yıkayamadığı kadar uzak!
Yazmak, çizmek, etrafta olup biteni, içsel karşılıklarını gözlemlemek, en az dışarıdaki dünyayı tanımak adına çabaladığın kadar, içindeki dünyayı tanımak için çabalamak! Aksi, her gün biraz daha ölmek ve ölmekten ölesiye korkmak…