Sahiplenmek…
Sahiplenilmek…
Bağlılık…
Bunlar arasındaki gitgeller ile sınandım hep.
Devam ediyor üstelik. Gözüme gözüme giriyor genel geçer doğrular.
Sokak kedisi mi olmak istersin yoksa gözümün nuru Sabun Efendi gibi sevgi tutsağı mı?
Sınanıyor vicdanım. Bildiğim sevgi, bildiğim güvenlik, bildiğim bağlılık ve tüm endişelerim bir canı hayatın kokularından, renklerinden mahrum bırakırken “Doğrusu budur,” diyor içimdeki otoriter. Emir kesiyor demiri.
Koca Pati Sabun Efendi’nin burun delikleri, sinek telinin ardındaki bahar kokularını daha çok hissetmek için tutkuyla oynuyor, çekiyor havayı.
Her sabah gözkapaklarım uyku sancısı ile diken gibi batarken, işe gitmek için altı buçukta evden çıktığımda hayatın ne kadarı kendi seçimimdi ne kadarına boyun eğmiştim? Yirmi sekiz günlük bebeğimi bakıcıya bırakıp işe gittiğimde maksat ‘ekonomik özgürlüğümü korumak, bebeğime güvenli gelecek sağlamak, artık tüm hayatı en az iki kişi için yaşamak’tı. Peki. Anne olma, bebeğimi besleme özgürlüğüm ne dedi bu işe?
Cevabı bilseydim şimdiki ben olur muydum? Neye benzerdim? Sever miydim o halimi de şu andakini sevdiğim gibi?
Belki de olduğun yerde, olduğun hali, olduğu gibi OLmaktır cevap. Öncesiz, sonrasız tek bir nefesten ibaretmişsin gibi…
Ne seçtiğinden çok belki de ne yaşıyorsan, onun içinden nasıl geçtiğindir önemli olan. Her ne akıyorsa günlerinde, başı dik, sakin, aldığın nefesin şükründe ve farkında mısın kendinin? Belki budur esas mesele.