Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

Şahmaran; Yorum ve çıkarım

Dostlar; ilk 2 bölümde (Birinci yazıİkinci Yazı) Şahmaran’a tarihsel ve sanatsal yaklaşımda bulunmuş, süreci ve hikâyeyi anlatmıştım. 3. ve son bölümde ise kişisel yorumlarımla Şahmaran konusuna renk katmaya çalışacağım.

Efsane Üzerine Kişisel Bir Yorum

Sanırım size biraz farklı gelebilir ama kişisel yorumlarıma geçebilirim; Size latife gibi gelebilir ama ‘’yılan’’ kelimesini insanlar, kendi yalanlarından üretmişlerdir bence. Bu kelimeyi duyunca önce hafiften bir ürperir, sonra kaygılanırız değil mi. Ürpertici bir kelime. Ben bu canlılara ‘’maran’’ demeye devam edeceğim asla ürkmemeniz için. Bu korku aslında insandaki kaygı bozukluğunun ve şizofreninin bir göstergesidir. Endişe duyarız. Aslında insanın önyargılarının ve kendi yarattığı yalanların dışa vurumudur bu. İnsanoğlunun kendisini tatmin etme yöntemidir. Gördükleri yerde nedensizce, acımasızca öldürmeye ve yok etmeye çalışırlar maranları…

Maranlar; Tanrı’nın yeryüzüne bahşettiği ve insanlığın yararına olmak üzere hediye olarak sunduğu en önemli canlılardan bir tanesidir. Doğaya gerçek bir armağanıdır. Doğal dengenin korunmasında azımsanmayacak kadar görev üstlenmişlerdir. Örneğin tarım arazilerini talan eden kemirgenlerin aşırı derecede üremesini engellerler…
Fakat bütün bunlara rağmen anlamsızca, insanlar kendi hırslarını ve kötülüklerini maranlara yüklemişlerdir. Bitip tükenmeyen açgözlülüklerinin simgesidir bu aslında…

Dokunulmadıkları ve rahatsız edilmedikleri sürece kendi halinde ve zararsız canlılardır maranlar. Her canlıda olduğu gibi kendilerini tehlike de hissettikleri anda harekete geçerler ancak. Aslında tamamen savunma mekanizması devrededir…

Şimdi Aydın Kuyucak’lı bir çiftçinin hikâyesini anlatacağım size. Kendisi aynı zamanda muhasebecidir. Adı Emin… Bizzat kendi ağzından dinledim, olayı yaşayan arkadaşımdan. Tarlasına gittiğinde çalışırken iki adet maran gelir karşısına. Muhtemelen çifttirler. Yaklaşık beş metre mesafede durup arkadaşımı izlerler. Arkadaşım önce onlardan korkar. Sonra bakar ki yerlerinden kıpırdamıyorlar. Yanında bulunan ekmekten bulunduğu yere azıcık ufalar ve biraz uzaklaşır. Maranlar ekmeğin başına gelir, yerler ve giderler. Arkadaşım tarlaya her gidişinde yakınına gelir yine aynı maranlar. Sadece verilen yiyeceği yerler ve oradan uzaklaşırlar…

Arkadaşım daha sonra her gidişinde onlara yiyecek götürmeye devam eder. Sonunda maranlar yanına kadar gelirler ve arkadaşımın kendilerine dokunmasına izin verirler. Artık o maranların can dostudur. Bu olayı duyunca inanın şok olmuş ve çok etkilenmiştim. Yıllarca sürer bu dostluk. Maranlar hayatta kalmışlarsa eğer, hala sürmektedir belki de kim bilir. Size masal gibi gelebilir ama bu hikâye tamamen gerçektir…

Demem o ki; insanoğlu hariç, hiçbir canlı kendine yapılan iyiliği unutmaz. Asla nankör değildirler. İnsanoğlunun kendi menfaati için yapmayacağı şey yoktur. Sonucunda hem başka insanlara hem de bütün canlılara zarar verirler. Onların hayatını ve yaşama haklarını hiçe sayarlar. Hırslarına ve egolarına yenik düşerler…

Şimdi de yine gerçek, başka bir anekdot anlatacağım sizlere… Rahmetli Babam Hasan Hüseyin Soyalar, Gönen Köy Enstitüsü mezunu bir öğretmendi. 33 yıllık meslek hayatının sonunda memleketim olan Burdur’dan yılın öğretmeni seçilmiş ve Ankara’ya gidip ödüllendirilmişti. Babam ve köy enstitüsü mezunu arkadaşları; okullarını kendileri inşa ederek okumuşlar, Ülkemizin aydınlanmasında büyük emekleri olan birer nefer olmuşlardır. Aralarından birçok yazar ve şair çıkmıştır. Hepsine gani gani rahmet diliyorum…

Babamın hemşerisi ve sınıf arkadaşı Fakir Baykurt… Dünyaca ünlü yazar… ‘’Yılanların Öcü’’ romanı onun eseridir. Filmi çekilmiş ve Uluslararası ödül almıştır. Değerli birçok kitap yazmıştır. Kendisi Burdur Akçaköy’lüdür. Asıl adı Tahir’dir. Çocukluğum, öğretmen olan ablamın görev yaptığı Akçaköy’de geçti. O zamanlar 11-12 yaşlarındaydım. Tahir amca zaman zaman köye gelirdi. Biz çocuklar olarak yanına gider, büyüklerle birlikte köy kahvesinde onun sohbetlerini dinlemekten olağanüstü zevk alırdık…

Şimdi buraya nereden geldik anlatayım. Akçaköy öyle bir köydü ki asla duyduklarınıza inanamayacaksınız. Köyün sokakları, tarlaları maranlarla doluydu. Evlere bile rahatça girip çıkıyorlardı. İlginç olan insanlarla hiçbir sorunları yoktu ve kimseye zarar vermiyorlardı. İnsanlarda onlara dokunmuyor ve öldürmüyorlardı…

İnsanlarla maranlar arasında anlaşılamayan, doğaüstü, mistik, inanılmaz bir bağ vardı. Ben önceleri çok korkmuştum. Sonrasında ise alıştım. Arkadaşlarla elimize çubuklar alır ve sokaklarda maranlarla oynardık. Rahmetli Fakir Baykurt, ‘’Yılanların Öcü’’ romanını buradan esinlenerek yazmıştı. Eğer okuduysanız romanı, evet gerçekten ‘’yılan’’ olanların maranlar değil, insanların olduğunu görmüşsünüzdür maalesef…

Maranlar çok çeşitte olmalarına rağmen hepsi tek tiptir. Hepsi de mütevazıdır. İnsanlar gibi bin bir çeşidi yoktur ve farklı kılıklara bürünmezler. Kaç çeşit insan bilirsiniz. Bence bin bir çeşit. Hadi saymaya başlıyorum. Nankörü var, açgözlüsü var, döneği var, riyakârı var, kamu malından ve yetim hakkından çalanı var, dalkavuğu var, menfaati için arkadaşını satanı var, şarlatanı var, itibar sahibi hırsızları var, var da var…

Maranlar kanaatkârdır. Masumdurlar. İnsanlar gibi günahkâr değillerdir. Sadece rızıklarının peşinde koşarlar. Dünyaya at gözlüğü ile bakmazlar ve ön yargıları yoktur. Azla yetinirler ve şükrederler. Çoğa tamah etmezler. Aynı Yunus Emre gibi, Pir Sultan gibi, Seyyid Ali Nesimi gibi, Hacı Bektaş Veli gibi, Âşık Veysel gibi, Neşet Ertaş gibi…

Nesimi’nin sözlerini bir hatırlayalım. Şöyle demiş 1369 yılında Nesimi;

Minnet Eylemem

Hâr içinde biten gonca güle minnet eylemem
Arabi Farisi bilmem, dile minnet eylemem
Sırat-i müstakim üzre gözetirim Rahim’i
İblis’in talim ettiği yola minnet eylemem.

Bir acayip derde düştüm herkes gider kârına
Bugün buldum bugün yerim, Hak Kerim’dir yarına
Zerrece tamahım yoktur şu Dünya’nın varına
Rızkımı veren Huda’dır kula minnet eylemem.

Oy Nesimi, can Nesimi ol Gani mihman iken
Yarın şefaatlarım Ahmed-i Muhtar iken
Cümlenin rızkını veren ol Gani Settar iken
Yeryüzünün halifesi Hünkâr’a minnet eylemem.

‘’Bugün buldum bugün yerim, Hak Kerim’dir yarına’’ dediği için, ‘’Rızkımı veren Hüda’dır kula minnet eylemem.’’ dediği için, ‘’ Yeryüzünün halifesi Hünkâr’a minnet eylemem’’ dediği için, kimseye tamah etmediği ve doğruları söylediği için, önce derisi yüzülmüş ve sonra katledilmiştir Seyyid Ali Nesimi. Tıpkı maranlar gibi…

Şahmaran; bir maran bedeninin güzelliğinin ifade edilmesidir. Tanrı’nın bize sunduğu güzelliklerin ve insanoğlunun korkularının birlikte harmanlanmasıdır. Maranların ne kadar yetenekli ve tamahkâr olduklarını bildiği halde, insanoğlu anlamsız korkularına yenik düşmüştür. Bu korkuyu da vahşice, canlıları öldürerek, doğayı katlederek, yok ederek, tahrip ederek gidermeye çalışır. Aslında ne korkunç bir felsefe ne kadar çok hastalıklı bir düşünce yapısı, korkunç bir algı ve ne kadar hastalıklı bir ruhtur bu…

Efsane, aslında insanoğlunun kendi iç dünyasında yaşadığı çelişkilerini anlatmaktadır. İyiliğinin karşılığında, ona reva görülen kötülüğün öyküsüdür bu. Yaradan’a dayanılmaz bir yakarış. Aşkının karşılığında hayatını feda etmektedir Şahmaran…

Padişah kendi canını kurtarmak için başka bir canı yok etmekten hiç rahatsızlık duymaz. Yani Şahmaran’ı… Üstelik bunun hakkı olduğunu iddia etmektedir. Şah’tır ya. Herkesten üstündür ya. Güya Yaradan’ın yeryüzündeki temsilcisidir ya…

Ne kadar egoistçe ne kadar da bencilce değil mi? Yaradan’ın huzurunda aslında hiçbir can, diğerinden üstün ve öncelikli değildir. Çocuklarımıza, gençlerimize ve hatta büyüklerimize ilk öğretmemiz gereken temel kuraldır bu. Yüce Divan’a, kesintisiz insanlığın tamamı, beş metrelik kefenle gitmektedir. Tabii ki şanslı olup sarınabilenler…
Maranlar neden yerin yedi kat altındalar hiç düşündünüz mü? Tabii ki insanoğlunun o bitmez tükenmez zulmü yüzünden. Çünkü yeryüzünde onları tarifsiz bir işkence ve ölüm beklemektedir…

Peki Cemhan’nın davranışı ne kadar etik? Bir düşünelim şimdi. Sonuçta o da bir insanoğlu. Her ne olursa olsun, insan canından çok sevdiğini canı pahasına da olsa ihbar eder mi, yerini söyler mi? Ama insanın insana yaptığı zulmün seviyesi o kadar yüksek ki, insan ölüm korkusuyla ihanetini yapıyor…

Şahmaran Efsanesi, büyük bir sevgiyi konu edinmesine rağmen, çoğunlukla insanoğlunun kendi egolarını tatmin etme duygusunun öne çıkarılmasını yansıtmakta bize. Baskın ve egoist ruhların, efsaneler üzerindeki etkilerini bariz yansıtmakta. Maalesef egemenlerle birlikte yanlarında saf tutanlar, efsane ve masallarla bizi binlerce yıldır uyutmuşlar ve halende uyutmaya devam etmekteler…

Mitolojide kahramanlar genelde hem güçlü hem de iyi karakterlerdir. Zalimlere karşı kahramanca savaşırlar ve nedense hep kazanırlar. Yoksullar bu durumu hep alkışlar ve bu onların kendi kendilerini tatmin etme yöntemleridir…

Hükümranlarında işine gelir her daim. Yoksullar bu nedenle egemenlere başkaldırmaz. Önlerine atılan sadakalarla hayatlarını gül gibi sürdürür, kıt kanaat geçinip giderler. Biat kültürü denen şey işte tamda burada ortaya çıkar…
Gelelim gerçek Dünya’ya. Hükümranlar yani hükmedenler, genel olarak kendi menfaatlerine çalışan kişilerdir. Dalkavuklarına ve efradına sevecen ve eli açık ama muhaliflerine zalimdirler…

Toplum içindeki bireylerde de farklı bir durum yok ne yazık ki. Gerçekler hiç de saf değil yaşadığımız hayatta. Düzenbazlık el üstünde, ahlaki ve manevi değerler hep ayakaltında. Para; insanların tapındıkları kutsal bir meta olmuş durumda. Kapitalizm amacına ulaşmış ve zirve yapmıştır artık. İnsanlar bir şeyler yaparken egoları ve hırsları, onların daha önünde gidiyor. Hiçbir ahlaki değere önem vermiyorlar ve gözleri hiçbir şeyi görmüyor. İyilik ve kötülük kavramlarını göz ardı etmekteler ve hayatlarından silmişler…

İnsanoğlu tarafından kanıksanmış olan bu düzen, binlerce yıldır böyle gelmiş ve korkarım ki böyle devam edecek. Birileri dönen çarka çomak sokmadığı sürece… Dünya Tarihi’ni şöyle bir gözden geçiriyorum. Ancak kara düzene bugüne kadar çomak sokanlarsa kendileri ve sevdiklerinin canlarıyla ödemişler bunun bedellerini. Ülkeleri, kentleri, köyleri, evleri; yakılmış, yıkılmış ve yağmalanmış. Yeryüzünden silinmişler birer birer…

Mitolojik kahramanlar ve figüranlar. Burada insan; kötülüğün timsali figüran, maranlar ise kahraman aslında. Yazılanları okurken o korkuyu ve anlamsız nefreti hep içimizde hissediyoruz ne yazık ki. Güzellikleri gün yüzüne çıkarmayıp karanlık bir yerlerde, atmayan kalplerin derinliklerinde saklıyoruz her daim…

Yeryüzünden yok etmek için yılanların değil, yalanların peşinden koşun. Hırsızlığı, hayâsızlığı, nefreti, yalanı, nankörlüğü, açgözlülüğü, riyakârlığı, kötülüğü, düşmanlığı, korkuyu hayatınızdan söküp atın. Tüm güzellikleri yaşayabilmek için, hayallerinizin ötesine geçmeyi deneyin bir kerede olsa…

Hulâsa diyorum ki; Ey insanoğlu… Düşünüyorum ve o halde varım bu hayatın içinde… İçimden nehirler geçiyor bir türlü durdurulamayan… Akıyor suları taşarcasına… Azimle, inatla, tırnaklarımla kazıyorum gerçeği… Bu nedenle düşünmeye devam edeceğim, ne olursa olsun, yalanlara, kötülüklere ve zalimlere inat…

Tüm dostlarıma; selam, sevgi ve saygılarımla…

 

Beni Anlama Sözlüğü

Ahmed-i Muhtar; İslam Peygamberi Muhammed. Hareketinde serbest olan, istediği gibi davranan, dilediğini yapan.

Anekdot; Hikâyecik.

Arabi-Farisi; Arapça-Farsça.

Efsane: Söylence, halkın ağzında şekillenip olağanüstü nitelikler taşıyan hikâye.

Gani; Allah’ın 99 isminden biri ve çok zengin, hiçbir şeye muhtaç olmayan.

Hak; Allah’ın 99 isminden biri ve gerçekten mevcut ve sürekli varlık, hüküm.

Halife; İslam Peygamberi Muhammed’in vekili olarak Müslümanların koruyuculuğunu yapan kimse.

Hâr; Ateş, alev, yakıcı.

Hayasız; Utanmaz, sıkılmaz, arsız kimse.

Huda; Allah’ın 99 isminden biri ve Tanrı (Farsça).

Hünkâr; Hükümdar, şah, padişah, sultan.

İblis; Şeytan, kötü, düzenci kimse.

Kâr; Girişilmiş olan bir faaliyetin neticesinde elde edilen net gelir.

Kerim; Allah’ın 99 isminden biri ve eli açık, cömert.

Kilikya Bölgesi; Alanya’dan başlayıp Hatay’ın Suriye sınırına kadar uzanan antik bölge.

Mihman: Gönül misafiri.

Minnet; İyilik yapana karşı duyulan teşekkür, gönül borcu.

Misis (Mopsuestia); Ceyhan Nehri kenarında, tarihi İpek Yolu üzerinde kurulmuş olan antik şehir ve şehir devletidir. Antik Çağ’da Truvalı Mopsus tarafından kurulduğu varsayılmaktadır. Adana’ya 27 km uzaklıktadır. Misis antik şehrinde 2012 yılından beri kazılar yapılmaktadır. Kazılarda ortaya çıkan eserler günümüzde Adana Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedir.

Münafık; Müslüman gibi göründüğü halde, gerçekte Allah’a inanmayan kimse.

Nankör; Kendisine yapılan iyiliğin değerini bilmeyen kimse.

Nefret; Bir kimsenin kötülüğünü, mutsuzluğunu istemeye yönelik duygu.

Rahim; Allah’ın 99 isminden biri ve esirgeyen, koruyan, affeden, bağışlayan.

Rızk; Allah’ın herkese nasip ettiği ve faydalanılan maddi ve manevi her şey.

Riyakâr; Özü sözü bir olmayan, aşağılığın son haddinde olan kimse.

Settar; Allah’ın 99 isminden biri ve kullarının günahlarını örten.

Sırat-i müstakim; Gerçeğe götüren doğru, dengeli ve apaçık yol.

Şefaat; Günahı olanların bağışlanması için Allah’a dua edilmesi.

Tamah; Doymazlık, açgözlülük.

 

Kaynakça

 

Exit mobile version