Masumiyetti son sürat yitirdiğimiz. Saflık yok artık. Her eylem planlı gibi, art niyetli (gibi). Gülmüyor artık kimse eskisi gibi. Duvarlar örülmüş iyi niyetli hareketlerin önüne. Evet, iyi niyet taşlarıyla döşeli bir yoldan gidilir belki cehenneme ama ya tersi olursa?
Aylardan dolunay… Günlerden bugün. Saat hemen şimdi. Öpsene sevdiğini! Korkma, dönüşmez kurbağaya!
Reddetme halindeyiz sürekli hayatın bize vermek istediklerini. Görmekten, bilmekten ve anlamaktan aciziz elimizdekinin kıymetini. Ne yapmak lazım mutlu ölmek için? Mümkün mü bunu sağlamak? En iyisi kitap okumak.
Son sürat geçip gidiyor zaman ardına bakmadan. Peki ya ben değil miyim zamanın var olmadığını savunan! Bazı şarkıların bazı insanları niye ve nasıl ağlatabildiği veya en azından ağlayacak hale getirdiği tam bir muamma gibi duruyor. Bunun üzerine yapılmış çalışmalar olsa da bireysel beğeni ve seçimlerin olduğu bir ortamda hangi şarkının kimi nasıl etkileyebileceğini belirleyebilmek olanaksız gibi duruyor. Bırakalım da dursun mu? Bırakınız yapsınlar, yani bir nevi! Peki bunun sol gözüme inen perdeyle bağlantısı ne? Perdenin bağlantısını kesersek kapanıverir oyunun orta yerinde. Ölüm gibi ama mutsuz bu!
Sayfanın ortasına yanlışlıkla gelip oturan o çentik veya adı her neyse, kalbinin ortasına davetsizce gelip oturan aşk veya adı her neyse, ona benzemiyor mu? Ama ikisinin de davetsiz veya habersiz veya yanlışlıkla olma ihtimali yok aslında. Hayır yüzde elli değil. Çaresizliğin, yalnızlığın ve pişmanlığın alevinin yaladığı yüzlerimiz hala yere dönük değil. Neyin cesareti bu veya kimse gösteriş yapıyoruz? İtiraf etmeli, hepimiz masumuz. Kimse inanmaz buna ya, bir inanırsa…
O çentik veya adı her neyse işte tam √ burada duruyor. Ters dönmüş bir şeyi andırıyor bazen. Birliği hatırlatıyor yine de duruşuyla. Öğrenmekte fayda var; hepimiz biriz aslında. O bir, işte sayfanın tam ortasında duruyor. İyi bakarsan iyi görürsün. Mesele görebilmek, görmeyi bilmekte. Seçilebilecek onca yol varken dört yapraklı yoncayla dolsa bahçen!
Yitirdiğimiz her şeyin anısına üç pare şeker atışı yapılsın. Zira sevmemek lazım ateşli silahları. Ateşli duyguları da sevmemek lazım. Sonsuz bir uğraşa dönüyor sonra ateşi canlı tutma işi.
Gülmeyi unutuyorlar, unutuyoruz. Gülün. Solduğu akşam mıydı her şeyin başlangıcı hatırlasak belki de çare bulunurdu bu sessizliğe yalın ayak.
Merhemim olsa ilk kendi başımda mı denerdim, bilmiyorum. Bir nevi kobaylık hizmeti olurdu benimki.
Nasıl anlatılır bir boşluk kelimelerle? Tanımlamak mümkün olmuyor bazı şeyleri nedense! Git gide mi bozuluyor peki bazı şeyler; yoksa bazı şeylerin bozulduğu yok da bozulan biz miyiz acaba?
Kaybettiğimiz masumiyetimizi aramaya çıksak. Herkesinki aynı yere gitmiyordur herhalde! Dolayısıyla herkesin arayış yolculuğu kendine ama insanlığın lehine. Niye bir harf fazla bunun antisinde?
Sorular, sorunlar ve sorunlular. Kaynakları aynı gibi dursa da vardıkları yerler farklı. Hepimiz biriz! Birden geliyoruz hepimiz, birden gidiyoruz. Bire gitmek lazım halbuki!
Elif gibi!
Eylül / 2017