İnsan…
Düşünür, sorgular, didikler ve her şeye anlam arar. “Ben kimim?”, “Neden buradayım?” diye sorar. Oysa belki de cevap basittir: Hiçbir şey! Ama hayır, bunu kabul edemez. Kaldı ki etmek istemez. Mutlaka bir amacı ya da hikâyesi olmalıdır. Ya da belki de bir sonu.
İnsanın en büyük korkusudur. Çünkü boşluğa dayanamaz. Ama bilmez ki, boşluk; insanın ta kendisidir. Ne yaparsa yapsın, hangi zaferi kazanırsa kazansın, hangi zirveye ulaşırsa ulaşsın, içindeki o dipsiz kuyuyu dolduramaz. Sâhi, insan ne arıyor? Sevgi mi? Güç mü? Ölümsüzlük mü? Belki de hepsi. Ama bulunca ne oluyor? Yetmiyor bu bitmek bilmeyen açgözlülüğü… Hep daha fazlasını istiyor. Daha büyük bir ev, daha hızlı bir araba, daha çok alkış. Hep “daha, daha, daha…” Peki, yetinmek neden bu kadar zor? Kendi varlığını kabullenmek neden bu kadar imkânsız? Yaratılışıyla övünen, aklıyla böbürlenen, kendini kâinatın merkezine koyan bu zavallı canlı ne arıyor, ne istiyor? Ya insanlık? Savaşlarla, açgözlülükle ve ihanetlerle dolu bir tarih. Dillerden düşmeyen bir ideal: “Daha iyi bir dünya.” Nerede bu dünya? Her gün birbirimizi kıskanarak, başkalarının mutluluğuna tahammül edemeyerek daha mı iyi oluyoruz? Bütün savaşlar, yıkımlar, açlıklar, ihanetler, sömürüler, hepsi bu insanlık dediğimiz hikâyenin bir parçası değil mi? Ama hâlâ “insanlık” diyoruz, sanki kutsal bir şeymiş gibi. İnsanlık, ne zaman gerçek anlamıyla insanlık oldu ki? Başkalarını ezerek kendi tahtını kuran, doğayı mahvederek rahat koltuklarda oturan, kendi çıkarları için dünyayı yakan insanlık bu mu? Hangi insanlık? Sürekli kendimizi kandırıyoruz. “İnsanlık ilerliyor,” diyoruz. İlerleyen ne? Daha fazla teknoloji mi? Daha büyük binalar mı? Peki ya ruhumuz? Geride kalmış, çırılçıplak ve sahipsiz! Yerini kıskançlık, bencillik, iyi ve kötü duygular sarmış. İnsanlığın en eski zehri değil midir kıskançlık? Bundan yüzyıllar önce Habil ile Kabil kardeşlerin yüreklerine atılmadı mı tohumları?
Sorarım size… Ne değişti? Neden başkasının mutluluğu, bizim mutsuzluğumuz gibi geliyor? Birisi güzel bir şeye sahip olduğunda içimizdeki o tuhaf sızı neden beliriyor? “Onda var, bende neden yok?” niçin diyoruz? Hiç kendinize bu düşüncelerin altında ne var diye sordunuz mu? Bana soracak olursanız bir yetersizlik hissi var. Çünkü kendimizi sürekli eksik hissediyoruz. Sanki başkasının başarısı, bizim başarısızlığımızı ortaya çıkarıyormuş gibi geliyor. Oysa bu dünya hepimize yetecek kadar büyük! Ama insanoğlu işte, yetinmeyi bilmiyor. Belki de bencil…
Öyle ya, başkalarını ezerek yükselmek, çıkarları için ihanet etmek, kendi konforu için dünyayı yok saymak… Bunlar artık normal ve hatta çok doğal bir hâle gelmiş durumda. Bencilliği o kadar içselleştirmişiz ki, bazen farkına bile varamıyoruz. İnsan işte! Kendi kendini tüketen bir varlık. Hem yaratıyor hem yıkıyor. Hem seviyor hem nefret ediyor. Hem iyilik yapıyor hem de kötülük. İyi ve kötü… Bunlar gerçekten net sınırlarla ayrılmış şeyler mi? Birinin iyiliği, bir başkasının kötülüğü olabilir mi? Vicdan hep haklı mı? Bencillik hep kötü mü?
Ya kıskançlık? Belki de kıskançlık, bizi daha iyisini yapmak için motive eden bir güçtür. Ama ne zaman bu duygular kontrolden çıkar, işte o zaman felaket başlar. İnsanlık dediğimiz şey belki de bu çatışmaların toplamıdır. Kim bilir? Hepimiz bir şekilde iyilikle kötülük arasında gidip gelen varlıklarız. Ama neden? Neden kendimizi aşamıyoruz? İnsan olmak; kusurlarla, çelişkilerle ve bitmek bilmeyen bir arayışla dolu olmaktır. Düşünmek ve düşüncenin ağırlığı altında ezilmektir. Sizce bu soruların bir cevabı var mıdır? Yoksa insan, cevaplardan çok sorularla mı yaşar?
Peki ya düşünmek? Düşünmek, insanın laneti midir yoksa kurtuluşu mu? Bazen diyorum ki, düşünmeseydik ne güzel olurdu. Bir ağaç ya da bir kedi gibi sadece var olsaydık. Acaba bu arayış bizi tüketiyor mu? Belki de insanın trajedisi: “Düşüncelerinin ağırlığı altında ezilmek ama yine de düşünmekten vazgeçememek.” Hem isyan etmek bile düşüncenin bir ürünü değil mi? Unutmayın, hayat bir oyun, yaşam bir sahne ve bizlerse oyuncularız. Bu oyunda herkes kendi yolunu arar ve kendi hikâyesini yazar. Repliğiniz ne olursa olsun, rolünüzü en iyi şekilde oynayın. Çünkü perde kapandığında geriye sadece sahnedeki izleriniz kalacaktır.
Sevgiyle…