Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

Yolun ve yolculuğun gerçeği “Ya öyle değilse”

Yaşarken ölün diye diye sağ bırakmadılar bizi.
Ölüyken sağ gibi yaşayanlara kurban ettiler özgürlüğünüzü.
Dualarla, niyazlarla, meditasyon ve esmalarla. bilincimizi yok ettiler
Biz olmamıza izin vermediler, siz ölünce tanrı doğacak diye.
Bilmek için yola çıkanlara, kendilerini tanrının sözcüsü gibi tanıttılar ve tanrının kendi içlerinde olduğunu söylediler.
hatta bazıları, tanrı olduklarına dair düşüncelerini yaydılar ortalıklara

Uyananlar, illüzyon gösterisine kurban verildiler
Uyuyanlar ise kutsal yolda ilerleyen bilge adayları olarak ilan edildiler.
Şimdi, öksüz çocuklar gibi kayıp bir neslin sancısını taşıyor zaman ve bilmem kaçıncı boyuttan sesleniyor eli apış arasından çıkmayan karakterler.

Işığı, karanlık gösterip, dini öne sürdüler,
karanlığı görüp “kral çıplak” diyenlere de türlü türlü öğretileri itelediler.
Bencilliği bireyselleşme olarak sundular altın tepside ve evren benim/senin için yaratıldı,
her şey benim/bizim içimde diyerek yol verdiler dünyanın bütün güzelliklerine

Herkes sahip olduğu gücü kadar talan etti dünyayı, katletti doğayı, öldürdü hayvanları ve şiddet uyguladı yaratılışın değerli çocuklarına
Kimse uyanmadı, uyanmak istemedi rüyasından,
mayasında kutsal kaseden damlamış su damlası vardı
ve varlığını da kutsal olanın ya hizmetçisi ya da kendisi görmeyi vazife edindi bu yolculukta

İdrak ettiğim kadar görüyorum tanrıyı diyerek, bütün mesajların ardındaki sırrı arayıp durdu insan çocuğu
Kimi, İsa’yı kimi Meryem’i gördü; dağda, taşta, gökyüzündeki bulutta
Kimi de Muhammed’i, Musa’yı gördü, kitapta Kabe’de, sinegog da
Biri manastırda ulaştı Nirvana’ya ve ışıklanmış bedenlere
Herkes, inandığı ve büyüttüğü düşlerin esiri olduğunu fark etmeden doğurdu görüntüleri, birer birer o minicik dünyasında
Kimileri de Peru’da yağmur ormanlarında çay içip, seremoni yaparak buldu ışıklar içindeki hakikatini
o da sormadı bilgeliğin içtiği çaydan geldiğini

Yani her arayış, bir yükleme ile gerçeklik doğuruyordu ve insan her doğanı kendi hakikati zannediyordu.
Zanlar birikiyordu, insan kayboluyordu ve zanlar tüm dünyayı ele geçirip tek hakikat oluyordu.
Tanrı şeytan ile iddiaya giriyordu ve bütün insanlık bu iddiayla kendi varoluşunu kaybediyordu
Kimse “ya öyle değilse” diye sormuyordu ve aklı eksikler sürüsü, kendi uçkuruna düşkünlüğüne aldırmadan
Havva’yı ve onun kızlarını suçluyordu, bizi siz attırdınız cennetten diye…
Ölüyordu insanlık,
ölüyordu sevgi,
ölüyordu erdem,
ölüyordu hakikat
ve doğuyordu mitlerin tanrıları, inançları, kitapları ve ruhban sınıfları…

Kendisine doğmaya cesaret edemeyenlere kurban edilen tüm insanlık adına, sizi seviyorum diyebilmenin güzelliği ile merhaba demek gerekiyor hayata
ve onun yaşama sunduğu hediyelere,
merhaba…

Exit mobile version