Zamanla anlıyormuş insan, dışarıda sandığı savaşın, aslında içerde olduğunu. Ne uzak sandıklarının, sandığın kadar uzak ne de yakın sandıklarının, her zaman, o denli yakın olduğunu…
Yalnızlığı sevmem ben! Dokunmak isterim. Parmaklarımın ucunda gözlerim vardır benim! Bir kalbin enginlerine dalar giderim.
Ben bir insanın sıcaklığını, ona dokunmadan da hissederim. Bakışlarında okuduğum şarkıya, sessizce eşlik ederim. Ritme uymak istemez nefesim!
Eskiden bir rüzgâr estiğinde, benden onun peşinden gitmemi bekler, gitmezsem kötü şeyler olur zannederdim. Yolunun üzerinde duruyormuşum meğer, benlik bir şey yokmuş, o yolunda gidiyormuş.
Kendi yollarında gitmeyenler, her yolu, kendi yolları zannederler. Her yere yetişme telâşı içindedirler. Hep ertelerler. Hep gecikirler.
İnsanın yolu, yaşamın yolu… O, kendi yolunu bulduğunda, yaşam da onu bulurdu. Yaşayan bir gün… Yaşanan bir gün…
Sessizliğin bir dili vardır. Bazı sesler, ancak susmayı bilenlere kendini açacaktır. Diğerleri, çıkardıkları dumanda günden güne kararır. Öyle bir sarılır ki etrafı, herkes için öyle sanır.
İnsan kendi cehennem ve cennetini kendinde taşır. Aynı odada, binlerce oda vardır. Hangi göz yakarsa ışığını, o odanın içinde olmaya başlanır. Ak kuş, kara kuş… Her dik yamaç, sağlam bir yokuş…
Ölümüne ağlamadıklarım da oldu, öldüğüne hiç inanmadıklarım da… Bugün dönüp baktığımda, eksilmiş gibi gelmiyorlar bana. Kabul etmek istemediğim şeyler var ya da. Zorunda mıyım? Acaba.
Hayatı sevdim. Yaşamayı… Yaşayanı sevdim, yaşananı… Olduğu kadar… Olmadığı, iyi oldu. Sonra böyle diyor insan, biliyor musun? Olmadığına üzüldüklerin, olmadığına sevindiklerin oluyor. Hatta yerine olanlar, iyi ki dediklerin…
Hayat sana istediğini vermiyor! İyi ki! Öyle olsa, çokta hepimiz çürümüş olurduk.