“Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil,
Onlar kendi yolunu izleyen Hayat’ın oğulları ve kızları.
Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler
Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.
Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil.
Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.
Bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil.
Çünkü ruhlar yarındadır,
Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz.
Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları
Kendiniz gibi olmaya zorlamayın.
Çünkü hayat geriye dönmez, dünle de bir alışverişi yoktur.
Siz yaysınız, çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar.;
Okçu, sonsuzluk yolundaki hedefi görür;
Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar.
Okçunun önünde kıvançla eğilin
Çünkü okçu, uzaklara giden oku sevdiği kadar
Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever.”
-Halil Cibran
Çocuk, insan bedenindeki yaşamında seçimler yaparak kendini gerçekleştirmek isteyen ruhtur. Anne ve babanın görevi, çocuğun kendi yaşamını ve kendi seçimlerini yaşaması için, kendini tanıması ve bulması için, ona izin vermektir. Nasıl ki vahşi doğada yetişen bir bitkinin yaşam tohumu, bir rüzgarla taşınıp da olması gerektiği toprağa erişiyorsa, anne baba da çocuğu taşıyarak çocuğun ruhsal rehberliğinde onun için en uygun yere onu ulaştırmakla görevlidir. Tohum nasıl filizleneceği yeri biliyorsa, çocuk da ne koşullarda kendini gerçekleştirebileceğini bilir. Her ikisi de ait olduğu yeri içsel olarak bilir.
Anne ve baba, çocuğun eşsizliğini anlamadığında, onu, onun için uygun olmayan koşullarda yaşamaya zorlayabilir. Çocuğun kendi yaşamı hakkında seçimler yapmasına engel olmaya çalışabilir. Sonunda çocuk, kendi yaşam amacından uzaklaşıp ailesi tarafından dayatılan bir yaşamın içinde kendine yabancılaşabilir. Kendini, başkalarının yargılarına göre bilinçsizce yaşarken bulabilir.
İnsanın seçimlerini etkileyen ve yaşamını şekillendiren yargılar, bireysel tecrübelerin sonucunda oluşabileceği gibi, aileler boyu aktarım yoluyla da varlığını sürdürebilir. İnsan bir yandan kendi yargılarından kaynaklanan karmasını, diğer yandan da atalarından aldığı yargıların karmasını çözmeye çalışır. Her ikisini de çözmenin yolu ise kendini bilmekten geçer.
İnsan kendine gelirse, hangi yargıları kendisinin hangi tecrübelerde yarattığını, hangilerini başkalarından aldığını idrak eder. Kendi yargılarını anlaması için sadece kendi yaşantısına bakması yeterli olabilecekken, dışarıdan aldıklarını anlaması için pek çok insanın pek çok tecrübesini gözlemlemesi gerekir. Tek bir insanın geçmişe atacağı bu dikkatli bakış, nesiller boyu süregelen karmanın çözülmesi için devrim niteliğinde olabilir.
Kendisi olmasına izin verilmiş çocuk, ailenin yaşamında süregelmiş yargıların ve onlardan doğan karmaların çözülmesi için anne ve babaya ruhun uzattığı bir eldir. Ailenin yaşamını sınırlandıran kalıplardan çıkmasını sağlayarak onlara kalıpların ötesini gösteren bir gözdür. Onları yüklendikleri karmalardan özgürleştirmeye niyetli bir nefestir.
İnsan, gözlemlediği şeyleri yargılamadan, onları olduğu gibi sevgiyle kabul etmeyi öğrendiğinde, karmalardan da özgürleşir. Yargının yerini koşulsuz sevgi aldığında özgürleşir.
Çocuk, anne babanın yadırgadığı tecrübeleri yaşayarak, onlara, yargılarını, çocuklarına duydukları koşulsuz sevgi ile özgürleştirmeleri için şans verir. Anne babanın yadırgadıklarını sevebilmesi için onlara şans verir. Sevgilerinin genişlemesi için şans verir.
Kendisi olamayan çocuk, kendisine dayatıldığı gibi biri olur. Kendinden önceki nesli tekrar ederse, onların karmasını devam ettirir. Kendisi olabilirse, karmasını çözümlemesi için ihtiyaç duyduğu deneyimler karşısında özünün rehberliğinde hareket ederse, çemberin dışına çıkarsa, yargıları kırarsa, kafalarındaki yargılara rağmen onu sevebilenlere de şifa olur.