Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

Fedakârlık Hastalığı

Evet, fedakârlık, günümüzde algılandığı şekliyle, bulaşıcı bir hastalıktır hatta tedavi edilmediği durumlarda ölümcül sonuçlara yol açan ciddi bir hastalık

Bu hastalığa, ”her durumda kendini feda et!” komutu veren bir virüs yol açar.

Bu virüs, kafamıza yanlış inanç kalıpları çakma konusunda uzmanlaşmış, ebeveyn, akraba, tanıdık, komşu olarak adlandırdığımız taşıyıcılar tarafından bulaştırılır; özellikle de köhneleşmiş toplum kurallarına körü körüne uymaya şartlandırılmış, ‘sürü’den kopmaktan ödü kopan, kendini tek başına yetersiz, güçsüz ve çaresiz hisseden bünyeleri kolaylıkla ele geçirir.

Tek çare, bu hastalığa tutulan herkesin ”önce can, sonra canan,’‘ diyebilmesidir yani önce kendini var edebilecek güce, sonra da toplumsal sorumluluklarını üstlenebilecek bir bilince erişmesidir; bu hastalığın kökü ancak bu şekilde kazınabilir.

Bu hastalığın başka bir ilacı yoktur.

Konuya bir de dilbilimsel anlamda bakalım; tablo daha da iyi anlaşılır:

Fedakâr, feda ve kâr sözcüklerinden oluşur; kâr elde etmek için kendini feda eden insanlara verilen sıfattır.

Fedakârlık, sanılanın tersine, beklentisiz davranışlar silsilesi değil -fena hâlde ve fazlasıyla- beklenti içeren bir bilinçsizlik durumudur.

Fedakâr biri, bunu yaparken aslında ‘‘bak ben sana şunu şunu yapıyorum, sen de karşılığında bana bunu bunu yap,” demek istemektedir; bu onun umutsuzluk çığlığıdır.

Ve ne yazık ki herhangi bir fedakârın, bu işten bir kâr ettiği görülmemiştir.

Evet, onlar, bu beklentilerinin karşılığını hiçbir şekilde bulamaz ve sürekli gönül kırıklığı içinde yaşarlar.

Bundan da öte, mutlu ölen bir fedakâra da rastlanmamıştır.

Sözün özü; fedakârlık, kendi değerini bilmeyen insanların, kendilerini başkalarına ‘paspas‘ ya da ‘köle‘ ettiği, umduğunu hiçbir zaman bulamayacağı hâlde sığındığı bir limandan öte bir yer; boş ve anlamsız bir eylemden öte bir şey değildir.

Fedakârlık hastalığına tutulan herkesin bir an önce şifa bulmasını dilerim..

Exit mobile version