Var olan gerçeği, var olmayanla anlamlandırma ritüelini yerine getirmek için, dengeyi oluşturan düzenin içerisindeki unutulmuş imgelerimizi, yani aşkı, sevgiyi, dostluğu yeniden adlandırıp, gerçeğimiz haline getirmeliydik ama, önce kuşatılmış karanlığımızın farkına varabilecek cesarete sahip miydik? Öğrenebilmek için neyi, neden, nasıl sorgulayacaktık?
Geceye, pişmanlık sayıklamaları yolluyorduk amaçsızca…
Çaresizce!
Sevginin ve aşkın geçerli olabileceği ve başka hiçbir olumsuzluğu içinde barındırmadığımız bir dünya oluşturmuştuk; ilk öpüşün heyecanında, yasakların geçersizliği üzerine bir oyun kurmuştuk. Var olan tüm ahlaki kuralların reddine dayanan ve oyuna katılmak için geçmişi ve geleceği kapının önünde bırakmak zorunda olunan tehlikeli bir varoluş biçimi: Tüketmek! Biz sanal bir dünyanın oyuncularıydık. Korkmadığımızı sanıyorduk. Yetişkin çocukların oynayacağı tehlikeli türden oyunların dehlizinde kaybolmaktı seçimimiz.
İlişkimizin ilk cümlesini her yazmayı denediğimizde, başarısız olmayı zafer kazanmakla karıştırıyorduk. Sıfatlar yakıştırıyorduk sevgiyi tüketen; yerin dibine batıran hakaretler. Savaşçı vücutlarımızın durulması için buluşurduk çoğunlukla; illegal örgütlerin gizliliğinde, hücre pansiyonlarda. Hırpalardık bedenlerimizi ve ruhlarımızı, galibi ve yeniği olmayan bir savaştı sevişmelerimiz ve asla doymazdık birbirimizi tüketirken. Savaş sonrası terli vücutlarımız yan yana serildiğinde, yaralı ve nefeslerimiz karışmadığında artık; ben tavana bakar, sen gözlerini yumardın. İkimiz de galip sanırdık kendimizi bu barbarca savaşta. Hiç yapmadığımız bir şeydi konuşmak; çünkü konuşmak diplomatçaydı, biz savaşçı!
Aşktan tam teslimiyet bekliyorduk ikimiz de; tüm hücrelerini, tüm ruhunu, tüm aklını… Soludukları havanın içinde olmadığımızda boğulmalıydılar; bizsiz geçen saniyelerde kurşuna dizilmeyi bekleyen asilerin tedirginliğini duymalıydılar. Mabetleri olmalıydık. Ve biliyorduk ki, asıl bağımlı olan bizdik; korkan ve korktuğu için de acılar dağıtan, ruhunu şeytana vermiş bir kayıp. Ne teslim olduğumuzu kabullendik, ne infaz esnasındaki tedirginliğimizi. Mabedimizi kendi ellerimizle tarumar ederken, asiliğimiz birbirimize duyduğumuz sevginin korkusundandı.
Belki de aşk: Sahipsizlik, sevgisizlik ve hiçbir zamandı. Yıkık, perişan bir adam rolü yaparak, mutlu insanların fotoğraflarına bakar gibi baktım gökyüzüne ve kayan yıldızlar ne kadar çoktular. Dilek tutmak gelmedi içimden. Yoksa…
Hiç’lik Penceresi: Bayram SARI