Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

Gitmek Var Olmak mıdır?

Var olan gerçeği, var olmayanla anlamlandırma ritüelini yerine getirmek için, dengeyi oluşturan düzenin içerisindeki unutulmuş imgelerimizi, yani aşkı, sevgiyi, dostluğu yeniden adlandırıp, gerçeğimiz haline getirmeliydik ama, önce kuşatılmış karanlığımızın farkına varabilecek cesarete sahip miydik? Öğrenebilmek için neyi, neden, nasıl sorgulayacaktık?Dibe vurmanın son basamağından geri dönmeyi arzuluyorduk. Oysa bizler, yerüstünden yeraltına uzanan kaostan geri dönemeyecek kadar yorgun hissediyorduk kendimizi. Yaşamın anlamı üzerine görebileceğimizi sandıklarımızı ve görmeye başladıklarımızı karanlıklar tutsak ettiğinden dolayı, itirazımızı da kime yapamayacağımızı bilemeyecek kadar cahildik aynı zamanda. Duyular yoluyla algılanabilir sandığımız bir yasalar zinciri miydi yaşam ve olanların her biri algılanabilir şeylerin dışında geliştiğinden dolayı mı başkaldırıyorduk düzene?

Geceye, pişmanlık sayıklamaları yolluyorduk amaçsızca…

Çaresizce!

Sevginin ve aşkın geçerli olabileceği ve başka hiçbir olumsuzluğu içinde barındırmadığımız bir dünya oluşturmuştuk; ilk öpüşün heyecanında, yasakların geçersizliği üzerine bir oyun kurmuştuk. Var olan tüm ahlaki kuralların reddine dayanan ve oyuna katılmak için geçmişi ve geleceği kapının önünde bırakmak zorunda olunan tehlikeli bir varoluş biçimi: Tüketmek! Biz sanal bir dünyanın oyuncularıydık. Korkmadığımızı sanıyorduk. Yetişkin çocukların oynayacağı tehlikeli türden oyunların dehlizinde kaybolmaktı seçimimiz.

İlişkimizin ilk cümlesini her yazmayı denediğimizde, başarısız olmayı zafer kazanmakla karıştırıyorduk. Sıfatlar yakıştırıyorduk sevgiyi tüketen; yerin dibine batıran hakaretler. Savaşçı vücutlarımızın durulması için buluşurduk çoğunlukla; illegal örgütlerin gizliliğinde, hücre pansiyonlarda. Hırpalardık bedenlerimizi ve ruhlarımızı, galibi ve yeniği olmayan bir savaştı sevişmelerimiz ve asla doymazdık birbirimizi tüketirken. Savaş sonrası terli vücutlarımız yan yana serildiğinde, yaralı ve nefeslerimiz karışmadığında artık; ben tavana bakar, sen gözlerini yumardın. İkimiz de galip sanırdık kendimizi bu barbarca savaşta. Hiç yapmadığımız bir şeydi konuşmak; çünkü konuşmak diplomatçaydı, biz savaşçı!

Aşktan tam teslimiyet bekliyorduk ikimiz de; tüm hücrelerini, tüm ruhunu, tüm aklını… Soludukları havanın içinde olmadığımızda boğulmalıydılar; bizsiz geçen saniyelerde kurşuna dizilmeyi bekleyen asilerin tedirginliğini duymalıydılar. Mabetleri olmalıydık. Ve biliyorduk ki, asıl bağımlı olan bizdik; korkan ve korktuğu için de acılar dağıtan, ruhunu şeytana vermiş bir kayıp. Ne teslim olduğumuzu kabullendik, ne infaz esnasındaki tedirginliğimizi. Mabedimizi kendi ellerimizle tarumar ederken, asiliğimiz birbirimize duyduğumuz sevginin korkusundandı.Her gitmelerinde ölürdüm. Geride kalan kokusu, az önce seviştiğimiz yatağın dağınıklığı, sigara dumanı ile birlikte  ayrılığı, onsuzluğu, terk edilmişliği ve özleyişi yaşardım ardından. Saatler ve günlerce! Önceleri, onu sevdiğim zamanlarda yani, kendimizi zorlayarak seviştiğimiz saatlerde gözlerimi kapatıp başka kollarda olduğumu düşünürdüm; şimdi, başkalarının yatağında gözlerimi yine kapatıyorum ve sadece onu düşünüyorum. Onu seviyorum, sisler arasında yüzünü zar zor seçsem de öyle. Geriye korkumu bırakıyorum dağınık yatakların üstündeki yaşanmış anılara; arkamı dönüp çıkarken kirli bir gülümseme var dudaklarımda. Sonrası günler sürecek kalp ağrıları, mutsuzluk.

Belki de aşk: Sahipsizlik, sevgisizlik ve hiçbir zamandı. Yıkık, perişan bir adam rolü yaparak, mutlu insanların fotoğraflarına bakar gibi baktım gökyüzüne ve kayan yıldızlar ne kadar çoktular. Dilek tutmak gelmedi içimden. Yoksa…

Yaşamak güzel miydi sahiden?

Hiç’lik Penceresi: Bayram SARI

Exit mobile version