Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

İskenderiye’nin Külleri

Bu yazı; tarihin pek önemsenmeyen veya unutulmuş olan, ancak bana göre en önemli mihenk taşlarındandır.

Her şey Halife Ömer döneminde güçlü İslam ordularının Mısır’ı işgali ile başladı. Askeri güçten oldukça yoksun olan Mısır, fazla direnemedi ve İslam ordularına teslim oldu. Bu noktada Mısır halkına iki seçenek tanındı: Ya Müslüman olacaklardı veya kılıçtan geçeceklerdi. Müslümanların gözünde onlar yalnızca Allah yoluna döndürülmesi gereken putperest kafirlerdi. Ya ölecek, ya da Allah yoluna gireceklerdi. Sonunda halk Müslüman olmayı kabul etti. Bu aşamadan sonra ilk iş olarak İskenderiye Okulu dağıtıldı. İçinde kadim tarihin tüm hakikatini barındıran Büyük İskenderiye kütüphanesinin yakılışını İskenderiye rahipleri ve Mısır halkı acı içinde izledi. Binlerce yıllık tarih ve ezoterik bilgiler kül oldu. Yıkım müthişti… Rahiplerin yapabileceği pek bir şey kalmamıştı. Zaten son dönemlerin firavunları da bilgi bakımından yozlaşmışlar ve eski rahip kral kimliklerinden uzaklaşmışlardı. Ancak yine de bazı rahipler tarafından kaçırılan az sayıda kitap ve önemli belge günümüze dek elden ele titizlikle saklandı. Günümüz kadim tarih bilgilerinin büyük kaynağı da yine bu kaçırılan bilgilerdir. Mısır’da esen sert rüzgarlara daha fazla dayanamayan rahiplerin önünde bir yol belirdi. Müslümanlar’a İslamiyet’i pekala sahip oldukları kadim ‘Mu’ bilgileriyle ezoterik bakımdan açıklayabilirlerdi. Ve bunu yaptılar da. Bu çalışmalar, İslam Tasavvufu’nu ve Batıni İslam Ezoterizm’ini oluşturdu. Rahipler için tüm dinler ‘Bir’ di. Sahip oldukları ezoterik öğretileri zaman içinde başarıyla aktarmaya başladılar.

Müslümanların ‘harici kesimi’ yani idareyi elinde bulunduranlar, bu duruma şiddetle karşı çıktılar. Ancak İskenderiye Okulu Rahipleri o zamanlar oldukça etkin konuma sahip olan Hz. Ali’nin yanında yer alarak kendilerine gelecek baskılardan korunmuş oldular. Hz. Ali’ye bilgilerini aktararak ‘Alevilik’ felsefesinin oluşmasında katkıda bulundular.

Allah’a ibadet olgusu yerini Tanrı-Evren-İnsan üçlemesinden oluşan Varlığın birliği ilkesine bırakıyordu. Dini otorite bunu bir sapkınlık olarak niteledi. Fakat “Batıni” çalışmalar çoktan başlamıştı ve hızla yayılıyordu…

İslamiyeti bu tür bir yaklaşımla kabul eden İskenderiye Okulu mensupları derhal Pisagor ve Eflatun eserlerini yaymaya başladılar.

Büyük ezoterik birikim artık filozofların felsefi sisteminde hayat buluyordu. Yeni Eflatuncu Filozofların etkisi kuşaktan kuşağa sürdü. Onların görüşlerinden etkilenen bir çok gruplar oluştu. Bazı filozoflar kendilerine Yunanca ‘sofos’ yani bilgelik kelimesinden türeyen ‘Sufi’ adını verdiler. Sufi kelimesi İskenderiye okulu mensuplarınca kök anlamı nedeniyle seçildi.  Böylelikle temelinde Ezoterik öğreti ve gizli bilgilerin bulunduğu Sufizm, İslami görünümü altında gittikçe güçlenen bir ekol oldu. Basra’da, Bağdat’ta, Kudüs’te, Horasan’da ve Anadolu’da büyük merkezler kurdular.

İslami motiflerden hareket eden ama tüm dinlerin birliği ve ezoterik öğretide bütünleşen Sufizm, dünyanın pek çok yerinde kendine taraftar buldu. İslam Dini’nin içinde yürütülen bu inisiyatik çalışmalar yine İslam’a mahsus bir kelime ile ifade edilmiştir. Bu kelime ‘tasavvuf’tur. Batı dillerindeki karşılığı ise ‘mistisizmdir’. Tasavvuf, islam gizemciliğidir. Müziği ile, edebiyatıyla ve düşünce sistemiyle bir bütündür.

İslam dini içinde yürütülen en önemli tasavvufi çalışma ‘sufizm’dir. Sufizm, herhangi bir ulus ile kısıtlı kalmayan, tüm dünyaya yayılmış büyük bit Batıni organizasyondur. Sufi düşünecesi ile ilgili araştırmaları ile tanınan ünlü yazar İdris Şah ‘The way of the Sufi’ adlı eserinde Sufizmi şöyle tanımlamıştır:

“Sufizm, bir din mi? Bir kült mü? Yoksa bir yaşam biçimi mi? Bir bakıma bunların hepsi, bir bakıma da hiç biri…”

Sufi öğretisinin temel amacı ‘Arınmak’ ve ‘Kamil insan olmak’tır. Kamil insan; uyanmış, şuurlanmış anlamına gelir. Bu noktaya pekala sufizm haricindeki inisiyatik yöntemlerle de ulaşılabilir. Ancak dönem şartlarında ortaya çıkan bu yeni İslami inanış biçimi özellikle Arapların zorla Müslüman yaptıkları toplumlar arasında kolayca taraftar bulmasına olanak sağlamıştır. Bu sistemle Zerdüşt İranlılar, Şamanist Türkler İslam’a kolayca ayak uydurabildiler. Çünkü bu sistemde kendi geleneksel inançlarından da bir çok tanıdık unsur bulabiliyorlardı…

Yazıdan anlayacağımız üzere: Arapların Mısır fethi, İslamiyet ve toplumlar açısından adeta kadersel bir dönüm noktasıdır. Aleviliğin ve Sufizmin ‘Mu’ tohumlarıyla yeşerdiği tarihi anlardır.

Tabii keşke İskenderiye Kütüphanesi yakılmasaydı diyorum… Keşke…

Kaynak: Ergun Candan- Gizli Yönleriyle Atatürk kitabı

 

Exit mobile version