Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

Kendin için bir şey iste…

Ne zaman kendin için bir şey isteyecek ve yapacaksın diye soranlara vereceğim en güzel cevap, “küllerimin denize denize savrulduğu, ölümden başka bir şey istemem” demek en doğru yanıt olacaktır. Biliyorum ki kendim için isteyeceğim her şey bir başka canlının hayatına mal olacaktır. Fazladan bir gömlek bir sürü insanın emeğinin sömürülmesi, daha fazla su kaynağının tüketilmesi, daha fazla arazinin çoraklaşması demektir. Bu yüzden, bir şey istemek yerine sonsuzluğa adım atmak en doğru arzu olacaktır. İnsan olmanın bu kadar zul geleceği bir zaman diliminde doğmayı seçen sevgili ruhuma da ayrıca teşekkür ederim, çünkü çok iyi iş çıkardı ve kendi rüştünü ispat etmek adına kocaman bir ömrü ateşin ortasında yanarak geçirdi…

Geriye ne kaldı, insanlık için bir şey yapmak. Yok yok, kendin için bir şey yapınca insanlık için de yapmış oluyorsun. Ben ve insanlık, insanlık ve ben… Ama ben insan olmak istemiyorum, sineğin ölümü bile üzerken beni, zevki için bir sürü canlı türünü avlayan ile aynı tanım içinde yer almak ağır bir ceza gibi geliyor bana… İnsan çocuğu olmak, insan olmak, çok boyutlu ve derin bir kavram aslında… Bana göre yeryüzünde yaşayan bedenli varlıkların pek azı insan olmanın ne demek olduğunu kavramış durumda. Geri kalan herkes, bilinç seviyesi olarak yeryüzünde kendisine münhasır bir boyutta yaşıyor. Bitkilerin bilinç seviyesiyle bile eşleştiremedim bir anda insan varlığını. O kadar aşağı bir seviyede yaşıyor çünkü hayatı ve o kadar aşağılık bir süreç yaşatıyor dünyaya.

Eskiden her şeyden kopuk yaşardım, yaşadığım mahalleden bilirim, gazete okuyamazdık. Elektrik ise beş sene sonra yani 11 yaşında gelmişti mahalleye ve tabi ki televizyon da… Ama daha öncesinde radyomuz vardı pilli, ondan dinlerdim müzikleri, haberleri, radyo tiyatrolarını ve köyümüz köylümüz programı ile kımıl zararlısı ile mücadele haberlerini. Şimdi en ücra mezrada bile cep telefonu ve internet var. Yani cahillik bir seçim haline gelmiş durumda. Bu arada bu kadar yokluğunu anlattığım mahalle İstanbul’da idi ve ben de İstanbul doğumluyum… Yani yaşamdan kopuk olmak için doğuda ya da güneydoğuda olmak gerekmiyor…

Neyse konumuz bu değil zaten. Konumuz benim insan olmam ya da insanlığın bilinç seviyesinde. Eskiden her şeye erişim zordu bu yüzden bilinç seviyesinde geri kalmayı bir nebze anlarım fakat şu anda bunu mazur görecek hiçbir tanımı kabul edemiyorum. İşim gereği sürekli olarak Google’da yapılan arama trendlerini takip ediyorum, ülke gündemi dünya gündemi ne olursa olsun, en yüksek haber değerine sahip bir olay olsun, o günün en popüler kelimesi sürekli olarak ne oluyor biliyor musunuz? Tahmin edin bakayım? Bulamadınız mı? Ben söyleyeyim haydi, porno ve bu kelimeyi en çok hangi yöre aratıyor biliyor musunuz? Onu da siz bulun artık… İşte bütün bunların arasında doğan büyüyen ben, insan olmayı bir türlü içselleştiremedim. Sadece bu değil tabi, kendi hakkını arayamayan, saplandığı absürt ideolojilerin ve kimliklerin peşinde kendi türünü öldürenlerin olduğu bir dünyayı da kabullenemedim bir türlü. Diline, dinine, rengine, ideolojisine göre ayrılıp katliamlar yapan ya da birbirine saygı göstermeyenlere de alışamadım…

İşte bu ve daha bir milyon sebepten ötürü, ölüm insan için en büyük ödül gibi geliyor bana. O olmasaydı vay haline dünyanın vay haline tüm varoluşun. Bu yüzden en çok ölüm kavramını seviyorum ama o an, törenselleşmemeli, sıradanlaşmalı hatta alabildiğine basitleşmeli, sevenlerinden bihaber olmalı, ö(y)lesine gitmeli, ö(y)lesine kaybolmalı ve hiçliğe karışmalı… Yani sevecen olmalı, huzurlu olmalı, pat diye olmalı, küt diye de olabilir sakıncası yok hatta güm diye olsa kabulümdür. Bu garip türle daha fazla sancılı bir yolculuk yapmaktansa onu terk edip kendi halinde bir yolculuğa çıkmak en eğlenceli seçim olsa gerek, ne dersiniz.

Exit mobile version