İnsan kendi varlığının inkarını yaşadığı için aidiyete ihtiyaca duyuyor gibime geliyor. İçindeki boşluğu doldurmak, dışarıdan yüklediği şeylerle anlamlı hale gelmek ve onlarla bütünleşmek. Asıl ulaşması gereken şeyden uzaklaştıran bir hal aidiyet. Aslına bakarsanız, sahiplenmişliğin yarattığı aidiyet duygusu ulaşması gereken benliğinin derinlerindeki ruha yani özüne ulaştığında elde edeceği duygu ile aynı. Araçları farklı kılsa da duyguları aynı şekilde açığa çıkıyor.
Sen yoga ile mutlu olurken ve orada tamamlandığını hissederken, bir başkası arabasıyla kopup giderek aynı tamamlanmışlık duygusunu yaşayabiliyor. Bir başkasının namaz kılarken eriştiği huzura diğeri meditasyon yaparak erişiyor. Hatta yemek yaparak bu huzuru elde edenler bile var…
Sorun, aidiyetle dünyaya çivilenip oradan anlam çıkarmak olduğunda herkes çok iyi yapıyor görevini. Ama benim için dünya özgürleşmem gereken bir hapishane olduğu için, ilk andan beri özgürlüğümü iple çekiyorum diyebilirim. Araçlar; rüyalar gibi ve rüyalar da araçların anlam yüklemesi geçişleri taşıyor içinde. Hangisini kabul ederse insan onu kendi hayatının merkezine koyuyor. Ben merkezime kendimi bile koymadan yaşamayı öğrendim çocukluğumdan beri. Bu yüzden aidiyet ya da tamamlanmışlık duygusu garibime gidiyor.
Merkezinde olmak özgürleştirirmiş ya insanı? Ya merkezinde olmamak nasıl bir tanımla ifade edilebilir acaba. O merkeze ne koymam gerektiğini de düşünmedim açıkçası. Gerçek olan bir şey var ki yaşadığımın farkında olarak büyüyor ve yaş alıyorum dünyada.
Başkalarının bende gördüğü ışığı ve yapma kendine böyle, acı çektirme, insanların bütününü kurtaramazsın ama ben sende bir hakikat görüyorum onu açığa çıkart dedikleri her duygu, düşünce ve eylemi ben tüm insanlıkta görüyorum. Ve insanların en büyük sorununun aidiyet ve sahip olduklarıyla kendini anlamdırdıklarını fark ettiğimden beri bunu dile getirmeye çalışıyorum. Aidiyetin toplumun hastalıklı bir davranışı olarak nitelendiriyorum kendi içimde.
Fikre, düşünceye, inanca, eşyaya adına her ne dersen de olan her şeye aidiyet bu dünyanın en büyük tutsaklığıdır bana göre ve öyle de kalacaktır… Bunu tüm insanlığın yaşam formunda görebilmek çözümü getiriyor mu tabi ki hayır. Çünkü her birey kendi yolculuğunda varlığını tamamlamak ve yola devam etmek için araçlara ihtiyaç duyar. O araçlar kimi için, çocuk, kimi için eş, anne, baba.. Kimileri için ev, araba, para, kıyafet, telefon, dernek, arkadaş, ölüm korkusu hepsi ama hepsi yolun içindeki işaretleri oluyor insanların. Onlar bunlarla kendi manalarını çözüp en derindeki duygusunu besliyor ve yaşamlarına devam ediyorlar.
Karmaşık öykülerle yol aldığımız dünya üzerinden yaş alma yolculuğunda içsel bilgeliğe erişmek; sana, bana, ona farkı şekillerde görünüyor… Her kişinin gerçekliği farklı ve her gerçeğin de kendisini var ettiği kişi farklı. Günün sonunda kimin ne kazandığı ya da kaybettiği önemini yitiriyor. Aidiyet hissettiğin aslında bağımlı olduğun tüm parçalarından ne kadar ayrışarak ben olabiliyorsun ona bak ve kendine gülümse. Çünkü hayat; doğum, ölüm ve yaşadığın coğrafyanın kader olarak yaşamına yazıldığı geri kalan tüm detayların ise değiştirilebilir ve dönüştürülebilir olduğu bir yaşamda senin özgürlüğün hangi aidiyetinizde…