Toplum… Nam-ı diğer elâlem… Kendisini tanımayan var mıdır? Herhâlde yoktur.
Gözüne girmek için epey bir çaba gösterilir. Gözünden düşmenin ne olduğu, erken yaşlarda öğrenilir. Ne der? N’aparsak bizi daha çok sever?
“Aman, ne güzel çocuk…”
“Âdeta bir melek…”
Aile saygınlığını yitirir. Güzelliğini anlatacak kelimeler bulamayanlar, aslında nasıl da çirkin olduğundan söz eder. Melek diyenler, şeytan gibi der. Bir anda tahammül yitirilir.
Çok çalışkan bir çocuktur. Vatanına, milletine hayırlı bir evlat olacaktır. Ailesinin göğsünü kabartır. Elâlem sever. Kendi çocuklarını düşününce hasetlenir. Yine de sever görünür. Herkes öyledir.
Çocuk bir bunalım geçirir. İçini varoluş sancıları kaplar. Elâlemin beklediği fırsat ayağına gelmiştir. Yıllardır hakkındaki övgüleri hasetle dinleyenler, bir anda timsah gözyaşlarıyla bu duruma çok üzülürler. Bu üzüntülerini özellikle çocuğun göğüslerini kabartıp durduğu ailesiyle paylaşırlar.
Kız çok güzeldir. Elâlemin şehvet dolu bakışları üzerindedir. Biri ondan çocuk yapacaktır. Kız birini sever. Umduğu gibi gitmez işler. Kendini kötü yola düşmüş bulur. Artık güzel değil, fahişedir. Elâlem salyalarını üzerine akıtır; bununla birlikte kendisine saygı duymaz.
Delikânlı pek yakışıklıdır. Aman da aman… Gider bir erkeği sever. O da onu sever. Elâlem birbirlerini sevmişler diyemez, ibne der. Bir gece kulübünde kendisini eğlendirmesine izin verir, pek de memnun kalır. El ele dolaşmaları işine gelmez. İbnelik, renkli ışıklar altında izinlidir.
Çok fahişe tanıdım. Olmanın ucundan döndüm. Annem beni çok şeyden, onlar kadar koruyamamıştır.
Onlar tarafından hiç yargılanmadım. Sen nesin şimdi, ay ben sizin gibileri çok severim gibi bayağı laflar etmediler. İnsan olarak gördüler. Gözlerimin içine bakıp gülümsediler.
Elâlemin gözüne bir türlü girememiş olanlar, birbirlerini tanırlar. Ve toplum onları dışarıda bıraktığını sansın, onlar bu hayali sırtlarında taşırlar.