Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

Tek Başınalık Çekirdeğini Yalnızlık Çöpünden Ayıklamak

“Çelişik gibi görünse de yalnız kalabilme yeteneği sevebilme yeteneğinin tek koşuludur.

Erich Fromm – Sevme Sanatı”

 

Daha kendisini sevemeyenler, insanlar seni nasıl sevsin?
Daha kendi kendine kalamayanlar, diğerleri sende nasıl kalsın?

Tek başınalık bir medeni haldir. Evlilik, bekarlık, dulluk diyeceğim fakat artık küçük düşürücü olduğu için kullanılmıyormuş. İyi de yapmışlar. Bence de hiç güzel değildi zaten. Ve son olarak tek başınalık. İşte karşınızda üç medeni hal.

Ne demek olur mu öyle şey?

Olur tabii ki. İnsan yeter ki istesin. Neler neler olur hem de. Oluyor, olmuşluğu var vallahi. Tek başına olunca yalnız kalıyormuş insan. Kim uydurmuş onu? Tek başına olunca kendi ile baş başa sarmaş dolaş, iç içe, samimice kalıyor insan. Hatta bakın dili bile var. SAMİMİCE. Konuş konuşabildiğin kadar ÖZGÜRCE. İşte ikinci dili de kendiliğinden çıktı ortaya.

Kendi kendine konuşmayan delidir. Bizler gerçekte kendi kendimize konuşuruz fakat bazen canımız sıkılırsa ya da gerekirse sesimizi insanlara duyurmak için yükseltiriz.

Peki hangi insanlar böyle kalıyor?

Yalnızca; yalnız değil bakınız yalnızca Kendini seven, değer veren, saygı duyan insanlar.

Tek başınalık ve yalnızlık öncesi ve sonrası diye şu şekilde gelişir. Çünkü ne demiş atalarımız; Balık baştan kokar, (buradaki baş kafa yapısı olarak değiştirdi.)

Ön tekerlek nereye giderse arka tekerlek de oraya gider.

Öncesi iyi huylu başlarsa sonrası öyle bitecektir;

İnsan önce yalnızlık denen kuyuya düşer. Kimsesi yokmuş gibi hissederken birden kendisi olduğunu fark eder.

Sonra kendi kendine yaşamayı ve bu tanıştığı kendisine alışmayı öğrenir.

Bu fark edişin adı tek başınalıktır.

Tek başınalığa teslim olduğunda bulduğu kendisini sever ve yeterince kucaklayabilir ise bundan sonra hayatına gelecek olan her aşk ya da dost onun yaveridir, yaridir, yanında yürüyenidir. Kendisini buldu ve sevdi ya bundan sonra hayatına alacağı herkes de bu samimiyette olan kimselerden olacaktır.

Öyleyse gelin Tek başınalığına aşık olan bu türü mercek altına alalım.

Kendisiyle kaliteli sohbet edebilen,

kendi kendini sinemaya, yemeğe, alışverişe götürebilenler.

Sıkılınca kendisini oyalayabilen,

oyun kurabilen,

dalga geçebilen, eğlenen, hüzünlenen, yediği içtiğiyle keyiflenen türler onlar.

Kendisine özene bezene mükellef Sofralar kurarlar, Paylaşmayı severler

Çünkü paylaştıkça çoğalmaya inanırlar.

Verdiğin senindir, tutunduğun elindir derler.

Bir sandalye de sizin için çekerler,

bir tabak daha eklerler sofraya.

Gözleri dar değildir.

Gönülleri geniştir.

Geniş zamanlara aittirler.

Kimseyle dertleri, dedikoduları yoktur.

Çünkü başkalarının ne yaptığı onların gerçekten umurunda değildir.

Hayat çok kısadır bu yüzden öncelikle kendilerini eğlendirmek isterler.

Yaşamın içinde oyuncakları çoktur.

Birinden sıkılırsa diğerine koşarlar.

Sorumluluklarını sorun etmeden eğlenceye çevirirler. İsimsiz gruptur onlar.

Özgürdürler.

Ne demiştik. Özgür olanlar adsızdırlar.

Tanımsız çerçevesizdirler.

Neden peki?

Çünkü çerçeveye sığamayacak kadar yaratıcı ruhlardır onlar.

Bir daldan diğerine konarlar.

Onları kıskanmazsınız.

İyi niyetlidirler.

Ancak özenir ya da imrenirsiniz.

Dalgındırlar.

Dağınıktırlar.

Fakat dağınıklıklarının da kendi içerisinde bir düzeni vardır.

Her şeye hakim olan ama umursamaz bir düzendir bu. Plancı değil, planlıdırlar.

Heveslenirsiniz hallerine.

Hatta daha ileri giderek gamsız olduklarını düşünebilirsiniz.

Hayır gamsızlık değildir.

Dünyanın iyi – kötü, güzel – çirkin her halini az çok görmüş özümsemişlerdir.

Bilgedirler.

Bu da geçer ya hü diyenlerdir.

Olur olur olabilir derler.

Bundan daha iyi ne olabilir derler.

Kendilerinden daha yüce bir ilahi sistemin var olduğu bilirler.

Korunduklarını bilirler.

İlahi plana güvenirler.

Andadırlar.

Onlar içte çok kalabalık,

dışta tek başınalıktadırlar.

Her daim mutlu olmak mümkün olmayabilir.

Ama mesutturlar.

Mesut olmak mutluluk ve heyecan verici bir yaşamdan üstündür.

Mesut olmak nefes almaksa,

mutluluk ve heyecan aşık olmak, soluk soluğa kalmak ve kalbin ritmini arttırmaktır.

Olsa da olur olmasa da olur dedikleri için olmasını istedikleri her şey zamanı gelince olur.

Arzu eder iç geçirirler,

fakat vazgeçmeyi de bilirler.

Herkesin hakkı vardır.

Derler ki benim de hakkım vardır.

Kusurlara değil niyete bakarlar.

İkramlara değil, güler yüze iyi niyete akarlar.

Maddiyatçı değil, maneviyatcıdırlar.

Yaşlılıkları için dostluklara yatırım yaparlar.

Gücünü kimliğinden, değil kişiliğinden alırlar.

Davet edilmeden gitmez, haber vermeden rahatsızlık vermezler.

İnce düşünceli ve kibardırlar.

Hassas ve duyarlıdırlar.

Şimdi gelelim şu tü kaka yalnızlığa.

Peki ne demişti atalarımız;

Balık baştan kokar (Buradaki baş kafa yapısı olarak değiştirdi.)

ön tekerlek nereye giderse arka tekerlek de oraya gider.

Öncesi kötü huylu başlarsa sonrası da öyle bitecektir;

İnsan önce yalnızlık denen kuyuya düşer. Kimsesi yokmuş gibi hissederken birden kendisi olduğunu fark etmez. Yalnız ve kimsesiz hisseder.

Sonra kendi kendine yaşamayı ve bu tanıştığı kendisine alışmamayı, sevmemeyi öğrenir.

Bu fark edişin adı yalnızlıktır.

Yalnızlığına teslim olduğunda bulduğu kendisini sevmez,

bunalım girer, kötü huylar edinir ve yeterince kucaklamaz kendisini,

bundan sonra hayatına gelecek olan her aşk ya da dost onun tesellicisi, yaltakcısı, pohpohlayıcısı, zaman öldürücüsü, ilacı değil direk yara bandıdır.

 

Yalnızlık; tek başınalığın hep hakkı yenmiş acınası, ezilmiş negatif kardeşidir.

Bu yalnızlara kader ağlarını örerek kötü davranmıştır. Hep haksızlığa uğramış küçük Emrah’lardır onlar.

Hadi mercek altına alalım bakalım kimmiş onlar?

Hep canları sıkılır

kendilerini eğlendirmeye bilmezler

Huzursuzdurlar.

isterler ki başkaları onları eğlendirsin.

Her zaman bir soytarı isterler yanlarında

çünkü egoları onların kral olduklarını zanneder.

Kırılmış, incitilmiş, aşırı haksızlığa uğramış krallar ve kraliçeler.

Değersiz hissettikleri için de kendilerini üstün görürler.

Mutsuzlukları, başlarına gelenler ve yaşadıkları hayat için başkalarını suçlarlar.

Atarlı giderli cümlelerin efendileridirler.

Hatalarını asla kabul etmezler.

Özür dilemeleri gerçek değildir.

Biraz daha süre kazanmak içindir. Aynı hatayı tekrar tekrar yapmak üzere yola çıkarlar.

Kavgacı saldırgan ve bencillerdir.

Hoyrat ve arsızlardır.

İki yüzlüdürler. Yüzünüze güler arkanızdan küfrederler.

Sevgi yoksunu ve kıskançtırlar.

Başkalarının kötü duruma düşmesi, başarısız ve hasta olması en büyük eğlenceleridir.

Çünkü samimiyetsiz bir şekilde onları teselli edecek, seviyormuş gibi yanlarında olacak kısaca gösteri yapacaklardır.

Gösteri ve şov için hiçbir fırsatı kaçırmazlar.

Paravanın arkası boştur, boşluktur.

Kendileri samimiyet duygusunu bilmedikleri için dostlukları, sevgililikleri, aşıkları hep samimiyetsizdir.

Derbederdirler.

Kuşkucudurlar.

İçten pazarlıklı, fesat ve riyakârdırlar.

Mutsuzluktan alkol, sigara gibi bağımlılıklara sahiptirler.

Çünkü bağlılık nedir bilmezler,

bağımlılık bilirler.

Sahip olmayı severler, ait olmayı değil.

Kendilerine psikolojik ve davranışsal şiddet uygulandığı için başkalarına da uygulamaktan çekinmezler.

Hatta kendilerine uygulandığı için kendilerinin de uygulayabileceğini kendilerine hak görürler.

Tüm bu sevimsiz halleri ise dikkat çekmek için yaparlar kim varsa saçma sapan hallerle dikkat çekmek isteyen bilin ki değersiz hissediyordur.

İçlerindeki hayvanın ipleri kendi ellerinde değildir.

İpler içlerindeki hayvanın elindedir.

Bir hayvan tarafından yönetildiklerinden habersizdirler.

İnsanlık adına vas’attırlar.

Kırıcı, uçları keskin oldukları için yüzlerinde de derin bıçak kesiği çizgiler vardır.

İç sesleri hep kötü konuşur onlarla; Özgüvenleri eksiktir.

“Bedeninin yansımasını aynadan, ruhunun yansımasını hayatındaki insanlardan görür insan.

Hayatında şu an kimler varsa sen onlarsın. Kimyada zıt kutuplar birbirini çeker, evet kimyada çeker.

İnsanlar arası kimyada iter, itmeli, itsin.

Bize benzeyen beri gelsin.”

Ve yazıya fazlasıyla uyan Seneca’nın şu sözlerini de seslendirerek bitirelim.

‘Kendi kararından dönmediğin zamanları hatırla, tasarladığın gibi geçen bir avuç günü hatırla, kendine sahip çıktığın zamanları hatırla; ne zaman yüz ifaden değişmedi, cesaretin azalmadı; böylesine uzun bir yaşam boyunca neler başardın; kaç kişi, sen ne yitirdiğini fark etmeden yaşamını çaldı senden, önemsiz bir üzüntü, aptalca bir sevinç, içini kemiren bir utku, çıkara dayalı bir ahbaplık sana ne kadar zamana mal oldu; Sana ait olanlardan geriye ne kadar az şey kaldığını hatırla: Zamanından önce öldüğünü anlayacaksın!”

Işık, şifa ve farkındalık olsun

Sevgiyle kalın

 

Exit mobile version