Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

Kafasız Dünyanın Terrakotta Askerleri

Körleşme romanında karikatürize edilen karakterler; gaklayarak konuşan Kambur Fischerle, kolalı mavi eteği ile süzülerek yürüyen hizmetçi Therese, sürekli tombul kadınları düşleyen kör dilenci, zengin kadın avcısı mobilya satıcısı…fetişleşen arzuları sürekli körüklenip, büyür ve uygun zaman/ mekan bütünlüğünde sapkın/korkunç şiddet eylemleri gösterirler.

İnsanların yönetilebilmesi adına, Özgürlük kavramı, ilk çağlardan bu yana siyasi, toplumsal, hukuki ve felsefi bakımdan birçok yazılı/sözlü alanda irdelendi. Kant etiği ise, özgürlük kavramını “Ben”in konumundan hareketle ve akıl, “saf isteme”, “ahlak duygusu”,  kavramlarıyla açıklamaya çalışarak, özgürlüğe ilişkin “evrensel” bir dil oluşturmaya yöneldi. Levinas etiğinde ise özgürlük, “Ben”in konumundan değil, “Öteki” üzerinden ve “Öteki”nin gerçek talepleri bağlamında, “Ben”in ona karşı sorumluluklarıyla dile getirmeye çalıştı; dolayısıyla, “evrenselcilik”i yadsıyan bir özgürlük anlayışının etik temelleri sorgulandı.

Ne var ki, Levinas etiğinde “Ben” ve “Öteki” arasına aşılmaz bir uçurum konulur; “etik ilişki” içinde sorumlulukların nasıl açığa çıktığı, bunların nasıl karşılanacağı, bu konuda “Ben”in hangi temelden hareket edeceği, kendisine nasıl bir çıkış yolu bulacağı belirsiz kalır. Bu belirsizlik “var olma”yı edilginliğe sürükler.

“Algılanan/algılanamayan” veya “taşlaşma/körleşme” bağlamında; Yahudi felsefesi, varoluşçuluk, etik ve ontoloji ile ilgili çalışmalarıyla tanınan Litvanya kökenli Fransız filozof Emmanuel Levinas (1906-1995), varoluş nedir sorusunu, İvan Gonçarov’un sevimli tembeli Oblomov’u örnek vererek yanıtlar. Dramı tembellik olan, sahibi olduğu toprakların geliri ile yaşamını sürdüren Oblomov, tembelliğini, her şeye karşı duyduğu kocaman bir isteksizliğe kadar vardırır. Tembelliği hareketsizliğe, hareketsizliği uyuşukluğa dönüştüren, uyuşukluğundan mektuplarını daha açmayan, arazisinin yönetimini başkalarına devreden, hayatından, hayata dair olan her şeyi kovalayan ve böylece uyuşukluğa dönüştürdüğü tembellik keyfini bozabilecek her şeyle bağını koparan Oblomov, bir tek şeyi, bir tek yükü, bir tek ağırlığı yok edemez. Varoluşunu. Bu da kaçınılmazdır. Zira her şeyi durdurabiliriz, her şeyden vazgeçebiliriz, her şeyden kurtulabiliriz, her şeyden kaçabiliriz, her şeyi yok edebiliriz. Ama var olmaktan, varoluştan asla kaçamayız, asla kurtulamayız. Onu yok edemeyiz. Canetti’nin Kien kahramanı, Gonçarov’un Oblomov karakteri gibi tembel değildir, kendi dünyasında çalışkan, entelektüel birikimi ile farklıdır. Oblomov’un uyuşukluğu, tembelliği ve Kien’in taşlaşması, her iki kahraman da kendi varoluşlarından kaçmayı edilgin olma durumuna dönüşerek sağlamaya çalışır.  

“Therese geliyordu. Onu öldürmeye geliyordu! Kien saklanacak bir yer bulmak için zaman araştırmaya başladı. Tarih boyunca bir yüz yıl aşağı, bir yüz yıl yukarı koşmaya başladı. Kien tarih dağarcığını yarım saniyede tüketivermişti. Kurtuluş hiçbir yerde yoktu; her şey yıkımdı; insan nereye saklanırsa saklansın düşmanlar bulup çıkarıyorlardı! Hayranlık duyulan uygarlıklar, haydutların, boş kafalı barbarların eliyle iskambil kağıtlarından yapışmış evler gibi yıkılıveriyordu. Bu noktaya vardığında Kien taşlaştı.” Edebiyat dünyasının en aşağılık karakterlerinden birini yaratan Canetti, arsız, sırnaşık Therese kimliğinde faşizmi simgeleştirir. “Körleşme” romanında, metaforik olarak faşist kitleyi temsil eden karısı Therese’nin kitaplara ve kendisine saldırıları karşısında taşlaşmayı seçen Kien gururunu, insanlık onurunu kaybeder.

Milattan Önce iki yüzlü yılların sonlarında yaşayan ve Çin’in ilk İmparatoru da olan Shi-Huang-Ti, henüz hayattayken kendi mezarının yapım emrini verir. Ortalama otuz yıl sürecek mezar yapımında yedi yüz bin işçi çalıştırılır. Çin’in Shaanxi eyaletinin Xi’an kenti civarındaki Lishan bölgesinde bulunan mezarın temeli dörtgen şeklinde, Güneyden Kuzeye üç yüz elli metre uzunluğunda; Doğudan Batıya da üç yüz kırk beş metre genişliğindeki yapı yetmiş altı metre yüksekliğinde piramit bir anıttır. İmparator’un mezarını Terrakotta askerleri korumaktadır. Boyları iki metreye yakın heykel/taş askerlerin her birinin yüz ifadeleri farklıdır. Sekiz bin asker, beş yüz yirmi at, yüz otuz savaş arabası, yüz elli süvari atı mezarın sessiz halkıdır. “Terrakotta Askerleri” (Taş Askerler), hiçbir ruha sahip olmamalarına rağmen neyin bekçiliğini yaparlar?

“Terrakotta Askerleri”ne var olmaktan ya da varoluştan kaçışta kendi kişisel anıtlarımızda, yine kendi dünyamıza ait değerlerin bekçiliğini yaptırabilir miyiz? Dış dünyanın kötü etkilerinden korunabilmek için kaç “Terrakotta Askeri”ne ihtiyacımız var? Var olmaktan, varoluştan kaçmayı Elias Canetti’nin “Körleşme” romanının kahramanı Profesör Kien, taşlaşarak dener. Yani Kien, kendini hem koruyan; hem de kendisi, kendi tarafından  korunandır. Tek kişilik bir “Terrakotta Askeri”dir. Peki Kein neden kendi varoluşundan kaçmak için taşlaşmayı seçmiştir? Hissettiği tehlike karşısında taşlaşmak onu koruyabilecek midir?

Kien, sahip olduğu 25.000 kitaba karısı “Therese tehlikesinin” büyüklüğünü, “Çin İmparatoru Shi-Huang-Ti” metaforu ile anlatır. Kitapları tehlikededir. Tehlikenin büyüklüğü, kitapları katleden Shi-Huang-Ti’nin zorbalığı ile tutulabilir ancak. İmparatorun buyruğu ile ülkedeki tüm kitaplar yakılmıştı. Başbakan Li- Si, verdiği bir dilekçe ile İmparatorun böyle bir karar almasına neden olmuştu. Sadece kitaplar yakılmamıştı bu katliamda. Çin’in klasik, lirik ve tarihsel yapıtları hakkında konuşanların da ölüm cezasına çarptırılacağı halka bildirilmişti. Amaç, yazılı yapıtların yanı sıra sözlü, geleneksel edebiyatı da ortadan kaldırmaktı. Ülke ne yazık ki, yanık kitap kokusuna bürünmüştü.

Tıpkı, 1933 tarihinde, Hitler’in Nazi gençliğinin otuz dört Alman kentinde ellerinde meşalelerle “Alman ruhuna aykırı” olduğu düşünülen 25.000 kitabı yakması gibi. Körleşme romanında verilen kitap sayısı, Alman faşizminin yaktıklarına bir göndermedir aslında. Canetti,  kahramanı Profesör Kien’in kitapları üzerinden medeniyetin yıkımını destanlaştırır.

“Körleşme” fildişi kulesinde, bilimin ve kitaplarının sığınağında dünyasız bir kafaya sahip aydını simgeleyen Profesör Kien’in trajik öyküsüdür. Kien antik diller hakkında çok şey bilmesine rağmen, güncel dünyayı çözümleyemeyecek kadar yalıtılmış bir tatlı su aydınıdır. Yaşamın gerçeklerinden kopuk, dogmatik entelektüelliğin, kaos ve yıkımın üstesinden geleceğine inanmanın tehlikelerini kitabın her satırında görmek olasıdır. “…yani var olmak, algılanmak demekti; algılanmayan bir nesnenin varlığından söz edebilme olanağı yoktu.” Profesör Kien, körlük kuramını kendine göre teorize ederken; çarpıtılmış algıları, toplumla, sistemle kurdukları ilişkileri üzerinden çöken, yozlaşan insanlığın ahlaki değersizliklerinin sonucu ortaya çıkan “körleşme/taşlaşma” olgusunu da dile getirmektedir fakat, kendisinin de aynı labirentin içinde olduğunun ayrımında değildir.

“Körleşme, kendi içinde sınıfsal ve kültürel iletişimsizliğin evreninin yanılsamasını kurar. İçinde bulundukları mülkiyet, para Profesör Kien’e ait olmasına rağmen, onu hırsızlık ve ahlaksızlıkla suçlayan Therese’in içten pazarlıklı, arsız tavırları; yaşamını dolandırıcılıkla geçirmiş Kambur Fischerle’nin tüm insanlığı hırsızlıkla suçlaması, salt yumrukları ile var olduğunu kanıtlayan eski polis yeni kapıcı Benedikt Pfaff’ın karısını ve kızını ölümcül yumruklarla döverek sevmesi gerçeğin çarpıtılarak nasıl bir algısızlık karmaşası yaratıldığını göstermektedir. Kien’in kitapları kurtardığını sanarak, uğruna servetini harcadığı süreç, Kambur Fischerle tarafından algı sapmasına uğratılıp, “parasından kurtulmayı arzulayan Kien’e bu konuda yardımcı olmak” biçiminde değerlendirilebilir. Bu tür algı sapmaları ile bu anti-kahramanların hiçbiri suçluluk hissetmez.

Romanda karikatürize edilen karakterler; gaklayarak konuşan Kambur Fischerle, kolalı mavi eteği ile süzülerek yürüyen hizmetçi Therese, sürekli tombul kadınları düşleyen kör dilenci, zengin kadın avcısı mobilya satıcısı…fetişleşen arzuları sürekli körüklenip, büyür ve uygun zaman/ mekan bütünlüğünde sapkın/korkunç şiddet eylemleri gösterirler. Kapı açan gorilden, diş ağrısı çeken İsa figürüne, Şebeğin Yeri batakhanesinden, mistik dünyaların halklarına, Kien’in zihninde kurduğu kütüphaneden, dünya satranç şampiyonu Fischerle’nin sarayına, mitolojik Tanrılardan, akıl hastanelerinin karnaval havasına, yazınsal metinlerin mekanikleştiği bu tüketim çağında bu sıradanlığı ve bayağılığı koruma adına her bir kişi Terrakotta Askeri”dir. Therese’in, Kien’i tekme tokat kendi evinden dışarı atması; yaşamının tek anlamı kitapların koruyucu zırhından yoksun kalması; cüceler, orospular, pezevenkler, körler, sakatlar, hırsızlar ve dolandırıcılarla dolu şehrin groteks ağına düşmesi; bu sığ, sefil insanların çıkarları birbirleri ile çatıştığında kendi dünyalarının sınırlarını korumak adına “Terrakotta” askerine dönüştüğü görülür.

Özgürlük kavramının bir sorgulamaya tabi tutulması, en temelde “Kendi”nin, “Ben”in, “Öteki”nin ve “ilişki”nin sorun edinilmesiyle gerçekleşebilir. Canetti’nin “körleşme” romanındaysa “Kendi”nin, “Ben”in, “Öteki”nin ve “ilişki”nin “Kafasız dünya”larda ve “Dünyasız kafa”larda nasıl ayrıştırıldığını, yalıtıldığını ve yine her bir ayrıştırılan, yalıtılan, ötekileştirilen dünyaların özgürlük yanılsaması ile kişiler tarafından korunduğu gerçeğini görmekteyiz.

Yeni Çağ: Bayram SARI

Tam da bugünlerde okunması gereken kitap: Elias Canetti “Körleşme”

Exit mobile version