Genel anlamıyla Kaos denince düzensizliği, karmaşayı anlar ve bundan rahatsız oluruz. Çünkü, insan düzensiz gördüğü, kontrol edemediği durumlardan korkar doğaya ve yaşama her türlü alanda hakim olmak ister. Anlam veremediğimiz, bilgi sahibi olmadığımız her türlü hareketliliği yaşama karşı bir tehdit olarak algılarız.
Evrene ve doğaya baktığımız zaman en tehlikeli ve yıkıcı gördüğümüz en karmaşık olaylardan muhteşem bir düzen oluşmaktadır.
Kaos kuramının bilimde ses getirmesi yakın tarihte Amerikalı Matematikçi ve Meteorolog E.Norton Lorenz’in 1963 de yaptığı bilimsel çalışmalar sonucu “kelebek etkisi” adıyla bilinen kuramıyla olmuştur. Lorenz, MIT’te meteorolog alarak çalışırken bir sistemin başlangıç verilerinde yapılan ufacık bir değişikliğin öngörülemez, büyük sonuçlar doğurabileceği sonucuna varmış ve kuramını örneklerken bir kelebeğin Amazon ormanlarında kanat çırpmasının Avrupa’da fırtına kopmasına sebep olacağı ifadesini kullanmıştır. Lorenz’in teorisi sadece matematik alanında değil, biyoloji, fizik, sosyal bilimler alanında da yıllardır yeni tartışmaların konusu olmuştur.
Esasında kaos kuramı yapısal olarak bir matematik ya da bir fizik teorisi değil Fiziksel gerçekliği oluşturan parçaların bir bütün olarak eğilimini açıklamaya yarayan bir yöntemdir.
Evrene, doğaya insanın hem biyolojik hem toplumsal hayatına baktığımız zaman her türlü yaşamsal seviyede bu kaosu görürüz. Bu anlamda yaşayan her türlü varlık kaosa tabidir. Hiçbir varlık biçimi bu açıdan kaostan ayrı bir varlık gösteremiyor.
Her şey açıklayamadığımız ve bazen kontrol edemediğimiz bu kaosla yaşam buluyor ve yenileniyor. Hayatın her alanındaki düzen ve yeni düzenler; karmaşa, düzensizlik dediğimiz kaostan doğuyor. Yeni düzenler kendiliğinden örgütlenen bir süreç vasıtasıyla kestirilemez yöne doğru gelişiyor.
Evrenin ve doğanın bir parçası olan insan hayatına her yönüyle bakarsak gerek biyolojik anlamda gerek yarattığı toplumsal düzende de bu kaosu görmek mümkündür.
Bizim düzensizlik olarak gördüğümüz ve yaşamı bir anlamda tehdit eden kaos belki de sürekli yeni bir düzene evrilmek için saklı bir düzendi. Her düzende o düzeni kendi içinde organize eden bizim göremediğimiz iç yapılar mevcuttur. Şu andaki bilim bütün bu iç yapılara hakim olup açıklayamamakla birlikte evrenin ve hayatın yapısı bizim bilmediğimiz ve şu an somut olarak bilimin içine sokup genelleştiremediğimiz iç yapılarla süre gelmektedir. Öyleyse yaşamsal sürekliliği her anlamda sağlayan, ilerleten, yenileyen bizim karmaşa dediğimiz olaylardı. Şöyle bir bakarsak doğaya, süregelen bazen kontrol edemediğimiz doğal felaketlerle Dünya sürekli kendini yenilemekte.
Yaşamın sürekliliği için yeni jeolojik yapılar oluşmaktadır. İnsan hayatını tehdit olarak gördüğümüz doğadaki bu karmaşa, düzensizlik olmasaydı her şey yerinde sayıp yeni oluşumlar meydana gelmeyecekti ve dünya belki de nefes alamayacaktı. Başka bir örnek verecek olursak insan biyolojisinde hiçbir zaman kalp atışlarımız bile aynı ritimde gitmez her an anlaşılmaz şekilde değişebilir yani insanın fizyolojisinde de mevcut bir düzensizlik vardır. Vücudumuzda bile her şey çok belirli, aynı nizamda değildir. Bu nokta da her türlü anlamda yaşam bu düzensizliğin içinde var olup ona uyum sağlamaktadır. Doğada ki bu kaosu Anoloji olarak insanoğlunun bireysel ve sosyal hayatına da uyguladığımız zaman evren ve doğada karşımıza çıkan kaos her anlamda hayatımızın içinde de mevcuttur ve bazen bizi zorlamaktadır. Dünya tarihine şöyle bir göz gezdirirsek savaşlara, toplumsal olaylara, hatta bizi zorlayan, korkutan büyük anarşik olayların arkasından bile yeni düzenler, siyasal rejimler, toplumsal ve ekonomik sistemler doğabilmektedir.
Buradan hareketle gerek doğaya gerek insanın beşeri hayatında tehdit olarak gördüğümüz bütün hareketlerde bizim şu anda anlayamadığımız ölçüde içrek bir düzen hakim olabilir.
Doğanın ve hayatın her alanında bizim alıştığımız, sağlıklı gördüğümüz oranda bir düzeni görmek her zaman mümkün olmadığı gibi öngörülemez bir farklılık, hareketlilik vuku bulmaktadır. Önemli olan bu farklılığa nasıl uyum sağladığımız ve tepki verdiğimizdir bu anlamda doğada ve insan hayatında yeni oluşumlar karşısında esnek olup bu süreçte uyum sağlama kabiliyeti bizi belki de doğayla daha uyumlu yapacaktır. Çünkü; kaos yaşamdır aynı zamanda yaşamın sürekliğinden, çeşitliğinden söz ediyorsak bunlar kaos sayesinde yaratılan dinamik süreçlerdir.
Doğada her şey kendini Kaosla yenilemekte hiçbir şey durağan değil her an hareket halindedir. Aynı paralelde insanın doğanın bir parçası olduğu düşüncesinden hareketle toplumda, kendi hayatında ve çevresindeki insanların hayatında da olağan, alıştığı düzeni beklememeli. Her şeyin, her an değişebileceği düşüncesiyle daha esnek bir bakış açısı geliştirebilmelidir. Kim bilir belki de daha sağlıklı, huzurlu yaşamanın formülü bu anlamda da doğaya öykünüp hiçbir şeye fazla takılmamak, tutunmamak, sahip olmamaktır. Her şeyin saniyede değiştiği bir evrende doğanın parçası olan insan hayatı da nasibini almaktadır.
O halde hayatımızdaki olumsuzlukların, düzensizliğin bizi başka bir düzene davet ettiğini tasavvur edip arada rüzgarın, yağmurun doğayı temizlediği gibi doğal dokunuşlar olduğunu düşünmeliyiz. Bu esnek bakış açısıyla doğaya bakıp tüm hayatı sorgularsak bu anlamda kendimize ve hayata karşı belki bakışımızı yumuşatır ve daha hoşgörülü ve mutlu olabiliriz. Ne dersiniz? Belki de bu anlamda doğayı dinlemek bu yaşam yolculuğunda bize nefes aldıracak ve daha mutlu edecek bir anahtardır.
Doğayı dinlerken, yüzyılımızda bilimin geldiği büyük ilerlemeler ışığında evrenin bize fısıldadığı içrek kanunları bilimsel olarak ele alırken her türlü bilginin; makrokozmoz dediğimiz evrenin mikrokozmozu olan insanda olduğu kadim bilgisini hep hatırlayalım.
Çok ötelerde aradığımız bilgeliğin her birimizin hücrelerinde kayıtlı olduğunu yeni farkındalıklarla, araştırmalarla, bakış açımızı daha geniş tutarak bu bilgilere hızlı bir şekilde uyum sağlamamız gerektiğini ve o ilminde bizden ötede değil bizden içeri olduğunu bilmektir. Tıpkı Yunus Emre’nin dediği gibi “İlim kendin bilmektir, sen kendini bilmezsen ya nice okumaktır.”