Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

Lanetli bebekler ve ardındaki gerçekler

Haunted Dolls (Lanetli Bebekler), Creepy Dolls (Ürkütücü Bebekler), Paranormal Dolls (Paranormal Bebekler) gibi adları olan fakat bizim folklorumuzda daha çok ‘Sahipli Bebek’ şeklinde tanımlayabileceğimiz bu oyuncak bebekler, sadece çocukların oynadığı veya meraklı yetişkinlerin koleksiyonunu yaptığı sevimli birer oyuncak olmaktan öte aynı zamanda korkutan ve bir çeşit negatif enerji yaydığına inanılan bebeklerdir. Folklorik inançlarda, korku edebiyatında ve film sektöründe kendisine geniş yer bulmuş bu bebeklerin tarihini ve neden bazılarının lanetli olarak nitelendirildiğini birlikte inceleyelim.

Oyuncak Bebeklerin Tarihi

Bebeklerin tarihi hakkında ne biliyoruz? Özellikle kız çocuklarının favori oyuncaklarından biri olan bebekler, binlerce yıldır hayatımızda olmakla birlikte çeşitli değişimlere uğramış ve farklı anlamlar kazanmışlardır. Kadınları temsil eden bebekler, erkekleri temsil eden bebeklerden çok daha yaygın olmakla birlikte insan formunun verildiği bu oyuncakların en eskilerinden birinin 25.000 yıllık  ‘Willendorf Venüs’ü olarak adlandırılan doğurganlık tanrıçasının heykelciği olduğu düşünülmektedir. 1908’de Avusturya’nın Willendorf kentinde bulunmuş ve Üst Paleolitik döneme ait olduğu bulgulanmıştır. Bu heykelciğe benzer heykelcikler, dünyanın pek çok bölgesinde de benzer şekillerde yapılmış olarak bulunmuştur. Bu tür heykelcikler idealize edilmiş kahramanlar, tanrılar veya  efsanevi bir figürün çok dikkatli bir şekilde modellenmiş temsilleridir. Erken dönemlere ait bu heykelcikler aslında oyuncak değil, dini nesneler olarak kullanılmaktaydılar. Antik dönemlerde sıklıkla bunun gibi heykelciklerin dini ritüellerde kullanıldığını biliyoruz. Fakat Mısırlılar ve Babilliler zamanında sadece dini ritüellerde  kullanılmak üzere değil, oyuncak olarak yapılan bebekler de olduğunu ispatlayan arkeolojik bulgular elde edilmiştir. Bir kazıda Babilliler zamanına ait kolları hareket edebilen, saçları kilden ve alçıdan yapılmış bir oyuncak bebek bulundu. Buna benzer bebekler ayrıca Antik Yunan ve Roma’ya ait çocuk mezarlarında da bulunmuştur. Bu antik bebeklerin bazıları ahşap, kil ve kemik gibi malzemelerden üretilmiştir. Yine bu dönemlerde balmumu ve fildişinden yapılmış özel bebekler de bulunmuştur. 2004’te İtalya’daki Pantelleria Adası’nda yapılan bir arkeolojik kazıda 4.000 yıllık bir taş bebek ortaya çıkarıldı. Ayrıca British Museum’da papirüsle doldurulmuş ketenden yapılmış antik Mısır’a ait bez bebeklerinin birkaç örneği bulunmaktadır.

Bunların yanında ‘Voodoo Bebekleri’ şeklinde adlandırılan bebeklerin de antik dönem medeniyetlerine değin uzanan bir tarihi olduğunu biliyoruz. Elbette bu bebeklerin kullanım amacı biraz daha farklı… Voodoo, daha doğru bir ifade ile Vodou, Haiti ve Karayipler’de uygulanan bir dindir aslında. Vodou dinine mensup kişiler tarafından kullanılan bu bebekler, aslında büyü yoluyla intikam alma amaçlı kullanımından tamamen farklı bir gaye ile yapılıyorlardı. Vodou bebekleri, insanlara şifa bulmalarında yardımcı olmak ve ölmüş sevdikleriyle iletişim kurmanın bir yolu olarak kullanılıyordu. Kötü güçlerin bir ritüel ile bu bebeklere kanalize edilip, intikam amaçlı kullanımları ise Karayip ve Haiti temelli Vodou inancından değil, antik Orta Doğu medeniyetlerinden gelmektedir. Özellikle başka bir bireye zarar vermek veya onu etkilemek için yapılmış olan bebeklerin en eski örnekleri, Asur ritüellerine dayanır. (Bronz Çağı Akad metinleri, M.Ö. 6.ve 8. Yüzyıllar)… Antik Mısır’da bunun gibi bebekler yapılırdı ve üzerlerine bağlayıcı bir lanet uygulanırdı. Bu uygulama ise iğneler batırılarak gerçekleştirilirdi. M.Ö. 7. Yüzyıldan kalma bir Mezopotamya yazıtında, bir kralın, diğer bir krala bu bebekler yoluyla lanet ettiği görülür:

‘Nasıl ki bir kimse balmumundan yapılmış bir heykeli ateşte yakar, kilden yapılmış bir heykeli suda eritirse; senin heykelini de ateşte yaksınlar, suya batırsınlar…’

Günümüze doğru yaklaştıkça 16. ve 17. Yüzyıllarda tahtadan yapılmış ve eklemleri hareket edebilen bebeklerin yaygınlaştığını görüyoruz. Bu bebeklere aynı zamanda güzel ve gösterişli kostümler giydirilmiştir. Balmumu olan bebekler ise 17. ve 18. Yüzyıllarda tanıtılmıştır. Balmumundan yapılan bebeklerin çok daha gerçekçi olmaları dolayısıyla bu dönemlerde oldukça popüler olmuştur. 19. Yüzyılın başlarında ise seramik ve porselenden yapılan bebekler ortaya çıkmıştır. Çünkü seramik, balmumundan daha ucuz bir maddedir. Fakat seramik bebeklerin çabuk kırılması, çocukların uzun süre oynayabilmesi için elverişli olamamıştır. Elbette bu zamanlarda anneler, çocuklarına bezden bebekler de yapmaktaydılar, fakat ABD’nin New England bölgesinde bez bebekler endüstriyel hale getirilmiş ve deri, kumaş, kauçuk gibi çeşitli malzemelerden üretilmeye başlanmıştır. Fakat gün ışığı nedeniyle çabuk solmaları bu bebeklerin de popülerliğini bir süre sonra azaltmıştır.

1940’lara gelindiğinde ise plastik bebekler ortaya çıkmıştır. Böylece plastik bebeklerin çok daha dayanıklı olduğu kanıtlanmıştır. Üstelik bebeklerin saçları ilk defa kafaya dikim şeklinde yapılmış ve çok daha gerçekçi bir görünüm elde edilmiştir.  Ayrıca konuşabilen, yürüyebilen, altını ıslatan bebekler de üretilmiştir. İlk konuşan bebekler enteresan şekilde 1890’da Thomas Edison tarafından yapılmıştır. 1960’larda İngiliz markası olan Sindy’nin başarısını, Ruth Handler tarafından Amerika’da yaratılan ve 1959 yılında piyasaya sürülen Barbie’nin başarısı geride bırakmıştır. Çocuklar veya bebekler yerine yetişkin kadın-erkeklere göre modellenen Barbie’lerin, ayrıca birçok kıyafeti, aksesuarları ile birlikte mobilyaları ve arabaları da üretilmiştir. Günümüzde de hala çok popülerlerdirler. Bunun yanında 1980’lerde Lahana Bebekler üretilmiş ve o dönemin çocuklarının en beğendiği oyuncakları arasına katılmıştır.

Binlerce yıl boyunca oyuncak bebekler, kıtaları aşmış, çubuklardan, bezlerden, kilden, deriden, kauçuktan, porselenden, vinilden(bir plastik türü), yapılmış ve tüm dünya çocuklarının sevdiği oyuncaklar olmuştur.

Korku Unsuru Olarak Bebekler

Bebek korkusunun aslında bir adı vardır: Pediofobi. İnsani figürlere duyulan daha geniş korku kategorisi altında sınıflandırılmaktadır. Dartmouth Üniversitesi’nde bilişsel nörobilim profesörü olan Thalia Wheatley’e göre bebek korkusu, beynimizin yüzleri algılama, onlara dikkat etme biçimiyle ilgili ve bunu bebekliğimizden beri yapıyoruz. Çalışmalar, yeni doğan bebeklerin yüzlere diğer her şeyden daha fazla dikkat ettiğini gösteriyor. Wheatley araştırmalarında beynimizin 170 milisaniyede bir yüzü algıladığını ve tanımladığını bulgulamıştır. Bu da beynimizin aslında çok da seçici olmadığını gösteriyor. İki daire ve bir eğri, zihnimizde bir insanın yüzüyle aynı yüz tepkisini uyandıracaktır. Örneğin elektrik prizlerini bazen gülen yüzlere benzetebiliriz. Ya da buna benzer bazı şekilleri de yüze benzetme ihtimalimiz vardır. Ancak yüz tanıma yeteneklerimiz bundan ibaret olsaydı, elbette hayatımızda büyük karışıklıklar olurdu. Wheatley bunu şöyle açıklıyor: “Düşüncelerimize, hislerimize ve eylemlerimize layık yüzleri aslında yüz olmayan yanlış formlardan ayırt edebilmeliyiz. Aksi takdirde bulutları, arabaları veya evleri zihinsel bir yaşama sahip olan nesneler olarak görebilirdik.”

Beynimizin ‘kim’ ile ‘ne’ arasındaki farkı bilme şekli, yalnızca yüzleri algılama yeteneğimizde değil; aynı zamanda o yüze bağlı bir zihnin olup olmadığını bilme yeteneğimizde yatar. Bir çalışmasında Wheatley, beynin yüzleri algılama şeklinin iki aşaması olduğunu buldu. İlkini zaten biliyorduk: Bir yüzün 170 milisaniyede algılanması. Ancak beynimizin bir yüzün zihni olup olmadığını belirlemeye çalıştığı başka, daha uzun bir süreci daha var. Beyin yüzün, bir zihni olduğuna karar verirse, dikkati yüz üzerinde kalır. Bir şeyin zihni olmadığını düşünürse, dikkati de azalır. Wheatley ilk aşamanın çok ilkel olduğunu düşünüyor, bu yüzden yeni doğanlar bile bunu yapma becerisi gösteriyor. “Bunun hızlı olması (170 milisaniye) gerekiyor, çünkü olası yüzleri çok hızlı bir şekilde tespit etmek aynı zamanda hayatta kalmakla da ilgili” diyor. Ancak ikinci aşama hayatta kalmanın ötesine geçiyor. Bağlantı kurabileceğimiz bir zihin olup olmadığını görmeye çalışıyoruz. Ve işte tam da burada korku devreye giriyor. Bebekler veya insan benzeri nesnelerde, beynimiz bir zihin arıyor, ancak bulamıyor. Fakat zihinleri olan yüzlerde alacağı ipuçlarının çoğunu (gözler, ağız ve ifadeler) alıyor. Beynimize bu şeyin canlı olduğunu söyleyen sinyaller gidiyor, ancak onun canlı olmadığını da biliyoruz. Dolayısıyla bu da bizi korkutuyor.

Bazı araştırmacılar bunu ‘tekinsiz vadi’ adlı bir teori ile açıklıyor: Neredeyse insan olan, ama tam olarak insan olmayan bir varlıkla karşılaştığımızda oluşan duygusal tepkideki düşüş. Bu teoriyi inceleyen bir psikolog olan Stephanie Lay, doğada asla karşılaşamayacağımız ifadeleri bebeklerde, avatarlarda veya robotlarda gördüğümüzde rahatsız hissettiğimizi söylüyor ve ekliyor: “Bulduğum en güçlü rahatsızlık hissini tetikleyen şeylerden biri, ağızdaki ifade ile uyumsuz gözlerin olduğu yüzlerdi.’’ Kısacası mutlu ve gülümseyen bir ağız ile öfkeli veya korkmuş gözlere sahip olan bebekler bizlere en ürkütücü gelenleri oluyor.

Neden bazı şeyleri ürkütücü bulduğumuza dair araştırmalar sınırlıdır, ancak mevcuttur. 2013 yılında Illinois’deki Knox College’da psikolog olan Frank McAndrew ve lisansüstü öğrencisi Sara Koehnke, ‘ürkütücülüğün’ ne anlama geldiğine dair 1.300 kişilik bir grup ile araştırma yaptılar ve bunun sonucunu makalelerinde yazdılar. Araştırmalarının sonucunda ‘bebek koleksiyonu yapmak’ en ürkütücü hobi olarak tanımlanmıştı.  McAndrew, ürkütücülüğün belirsizlikten kaynaklandığını söylüyor ve ekliyor: “Karmaşık mesajlar alıyorsunuz. Bir şey açıkça korkutucuysa çığlık atıyorsunuz ve kaçıyorsunuz. Bir şey iğrençse nasıl davranacağınızı biliyorsunuz. Ama bir şey ürkütücüyse tehlikeli olabilir, ama emin değilsinizdir… Bir kararsızlık vardır.”

Eğer bir birey içinde yaşadığı toplum tarafından kabul görmüş ve uymak zorunda olduğu sosyal normlar dışında davranışlar sergilerse, ondan şüphelenebiliriz. Ve bu kişileri toplumsal kabulde soyutlar ve ürkütücü olarak nitelendiririz. Dolayısıyla bu da bizi aşırı dikkatli yapar. Dikkatimizi onlara odaklarız ve korkulacak bir şey olup olmadığına dair ipuçları ararız. Bu da bizim hayatta kalma güdümüzle paraleldir. Ve sayısız nesil boyunca insanoğlunun hayatta kalması, tehditlerden kaçınmasına bağlıydı. Evrimsel bir bakış açısından bakarsak da tehditlerden kaçınan ve dikkatli olan insanlar daha fazla hayatta kalmıştır. Sosyal gruplar halinde hareket etmeye başladığımızda ise bu tetikte olma durumu daha da fazla gelişmişti. Bugün mega toplumlar olduk ve bu toplumların üyeleri olarak birçok ürkütücü durum ile karşılaşmaktayız. Belki ‘Orta Çağ’ insanının cadı korkusu gibi değil, ama çok daha komplike… Çünkü artık hayatta kalmanın yerini daha çok sosyal dışlanma almış gibi görünüyor.

Bebekler ve Enerji

Beynimiz niyetler, duygular ve olası tehditler hakkında önemli bilgiler edinmek için etrafımızdaki yüzleri tarar demiştik. Yukarıda da açıkladığımız gibi bir oyuncak bebeğin tehdit olmadığını bilsek de insana benzeyen ancak insan olmayan bir nesne gördüğümüzde altüst olabiliyoruz. Özellikle 18. ve 19. Yüzyıllarda bebeklerin tehdit edici bir unsur olarak algılanması artmıştır. Bunun da nedeni, bebeklerin artık çok daha gerçekçi yapılmasıydı.  Dolayısıyla bu durum, psikolojinin de araştırma alanına girmiştir. Örneğin, 1900’lerin başında bebeklerin gözlerini kapatabilmesi için ‘uyku gözü’ üretilmiştir. Böylece bebekleri yatay olarak tuttuğumuzda gözleri kapanmaya başlamıştır. Hala günümüzde böyle bebekler var. Gitgide insana benzeyen bu oyuncaklar, insanları da huzursuz etmiştir. İşin psikolojik ve bilişsel işlevini açıkladık, şimdi de paranormal tarafına kısaca değinelim.

Hayaletlerin eşyalara bağlanabileceği ile ilgili inanç pek çok kültürde ve folklorde kendine yer bulmuştur. Günümüzde birçok insan için bebeklerin şeytani bir varlık veya ruh tarafından ele geçirilmesi fikri saçma geliyor. Bu durumlar bazı ruhsal hastalıklarla açıklanıyor. Ancak dini bilgiler veya ruhçuluk anlayışı, bizlerde bunun olabileceğine dair şüpheleri arttırıyor. İslam inancında ‘sahipli’ yani bir cin tarafından ele geçirilenler daha çok insanlar olurken, Hıristiyanlık inancında bu, hem insanların  hem de eşyaların  ele geçirilmesi inancına dönüşüyor. Eğer bir insan Yaratıcı’ya, ruhlara veya paranormal şeylere inanmıyorsa, elbette ele geçirilme fikri  onlara tuhaf gelecektir. Bu sebeple bu durum, aslında farklı farklı yorumlamalara ve yanlış anlaşılmalara da açıktır. Fakat bu kısımda bu durumu, paranormal olaylara inanan ya da olabileceğine ihtimal veren, biraz da enerjetik bakış açısından inceleyeceğiz.

Siz hiç evinizde garip bir huzursuzluk hissettiniz mi? Ya da siz ve ev halkı sürekli hasta oluyor mu? Birbiri ardına olumsuz bazı durumlar yaşıyor musunuz? Peki, antika bir bebek satın aldınız mı? Olaylar bu bebekten sonra yaşanmaya başlamış olabilir mi?

Kulağa fantazya gibi gelse de bu durumları yaşayan insanlar var. Özellikle antika dükkanlarından alınan veya sahibinin öldüğü, sonra da yakınlarına kalan eşyalarında, bazen ‘tekinsiz ev’ vakasına benzer bir durumla karşılaşabiliniyor. Bu noktada psikolojik olarak bazı durumları ‘gruplandırmamız’ ile ilgili ufak bir noktaya da değinmeden geçemeyeceğim. Bizler sevmediğimiz, güvenmediğimiz ya da önyargılı olduğumuz bazı kişiler veya durumları ister istemez gruplandırır ve kategorilendiririz. Eğer ‘erkekler kötüdür’ şeklinde bir inancımız varsa, tüm erkekleri artık bu kategoride gruplandırır, tabiri caizse bir kutuya koyarız. Bu da tamamen bizim psişemizi korumamız için beynimizin uyguladığı bir tarifedir. Eğer bebeklerin ‘lanetli’ olabileceğine ve bizi bir şekilde etkileyebileceğine dair kuvvetli bir inancımız da varsa, bu durumda bebekleri de buna benzer bir kutuya koymamız ve paranormal dediğimiz olayları kendimize çekmemiz veya algıda seçicilik yapmamız olasıdır. Beynin neler yapabileceği ile ilgili bilgilerimiz bile henüz çok kısıtlıyken, bir de bu işin içine parapsikoloji gibi çok daha müphem bir alan giriyor. Bu alanla ilgili bilgilerimiz çok daha kısıtlı ve çoğu saptırılmış durumda. Bu sebeple temkinli olmakta fayda görüyorum.

Şimdi bu lanetli bebeklerin paranormal olarak nasıl açıklandığında dönelim. Bu açıklamada elbette enerjiden yararlanacağız zira paranormal olaylar ile enerji arasında kuvvetli bir bağ vardır.  Enerji; hareket, ısı veya elektromanyetik dalgaların radyasyonu ile ilgili bir kavramdır. Madde olarak görünen şeyler, aslında titreşim halindeki maddi olmayan bir enerji kaynağıdır. Bu titreşimler bizim duyu organlarımızın algılayacağı bir duruma girdiğinde ise onları madde olarak görebiliyoruz. Maddede titreşen muazzam bir enerji potansiyeli var, dolayısıyla maddenin harekete geçebilmesi için yine bir enerji kaynağına ihtiyaç duyması gayet normaldir. Bunlar ete kemiğe bürünmüş bizler tarafından veya görünmeyen, bizlere göre daha ince(süptil) titreşimlere sahip varlıklar tarafından da etki alabildiklerini gösterir. Tabi bu etki, dünyamızın dualite yani ikilik yasası ile çalışmaktadır. Negatif veya pozitif şeklinde etki alan maddede, bir hareket meydana gelir. İşte bebeklerin bu gibi, dışarıdaki bir enerji kaynağından etki alması ile bazı hareketleri yapabilir veya etraflarına bazı enerjileri yayabilirler. Maddede durup dururken herhangi bir hareket meydana gelmez. Dolayısıyla ‘lanetli’ diyebileceğimiz bu bebeklerin el-kol hareketleri gibi durumlar da bu şekilde meydana gelebilir. Şimdi daha iyi anlaşılması için bir örnek verelim: Bir oyuncak bebek var; ismi de Lola. Bu bebeği çok seven ve onunla neredeyse tüm vaktini geçiren bir kız çocuğu olduğunu düşünelim. Bir gün elim bir kaza sonucu bu kız vefat etmiş olsun. Diyelim ki bu kızın ruhu huzur bulamamış ve dünyanın realitesinde sıkışmış durumda ve bir şekilde ailesine, akrabalarına kendini ifşa etmek istiyor, fakat ne yazık ki onunla temas edebilecek algıya ve titreşime sahip kimse yok. O halde tüm gücüyle o çok sevdiği, yaşarken tüm vaktini geçirdiği ve enerjisini de aktardığı Lola’yı hareket ettirme vasıtasıyla ebeveynleri ile iletişim kurmayı deneyecektir. Bu basit örnekle anlattığımız gibi ‘lanetli’ diyebileceğimiz bu bebeklerin laneti, aslında bu ve bunun gibi olaylarla bağlantılıdır.

 Gerçek Lanetli Bebeklere Örnekler

Korku filmlerinde en çok kullanılan temalardan biri de bu ‘lanetli’ bebekler olmuştur. Özellikle hepimizin hafızasında yer alan Chucky filmi herhalde bu duruma verebileceğimiz en net örneklerden birini teşkil edecektir. Bu filmin konusu, bir seri katil olan Charles Lee Ray’in ruhunu, Chucky adlı bu bebeğe aktarıp, insanlardan intikam alması ile ilgilidir. Bu filme benzer birçok film de çekilmiştir. Şimdi gerçekten lanetli olduğuna inanılan bebeklerden birkaç örnek verelim.

Annabelle

Belki de lanetli bebeklerin en ünlülerinden birisidir; Annabelle… The Conjuring film serisiyle ünlenen Annabelle bebek, ünlü Amerikalı paranormal araştırmacılar Edward ve Lorraine Warren’ların bizzat tanık olduğu bir olaydır. Hikaye, Donna adındaki bir üniversitesi öğrencisinin annesinin, kızına doğum günü hediyesi olarak bu bebeği almasıyla başlar. 28 yaşındaki Donna, annesinin ikinci el eşya satan bir dükkandan satın aldığı Raggedy Ann karakterinden ilham alınarak yapılan (Raggedy Ann, Amerikalı yazar Johnny Gruelle (1880–1938) tarafından yaratılan; küçük çocuklar için yazdığı ve resimlediği bir dizi kitapta yer alan bir karakterdir) bu bebeği çok sever. Ancak bebek evine geldikten kısa bir süre sonra bazı paranormal durumlar ortaya çıkar: Kendi kendine hareket eder, gizemli notlar bırakır -bu notlarda 7 yaşında hayatını kaybeden Annabelle Higgins adındaki bir kız olduğundan bahseder- hatta etrafındakilere zarar vermeye bile başlar. Donna çok korkar; yardım için Ed ve Lorraine Warren’a başvurur. O zamandan beri Annabelle bebek, Warren’ların Amerika’daki Okült Müzesi’nde bir cam kutuda kilitli tutulmakta ve burada en tehlikeli eşyalardan biri olarak kabul edilmektedir.

Robert

Belki de tarihin en kötü şöhretli lanetli bebeği olan Robert Bebek, 1900’lerin başında Robert Eugene Otto adında küçük bir çocuğa hediye edilmiştir. Efsaneye göre bebek, karanlık büyü yapan  bir hizmetçi tarafından lanetlenmiştir. Bebeği aldıktan kısa bir süre sonra Otto ailesinin başına garip olaylar gelmeye başlar:  Koridorlarda ayak sesleri yankılanır ve bebek sanki canlıymış gibi konuşur. Hatta bu bebekten ilham alınarak kurgulanan Robert the Doll(2015) ve The Legend of Robert the Doll (2018) adlı filmler de çekilmiştir. Bebeğin şu anda sergilendiği Key West Sanat ve Tarih Derneği’ni ziyaret edenler, bebeğin gözlerinin onları takip ettiğini bildirmiş ve durup dururken kameralarda arızaların meydana geldiğini ifade etmişlerdir.

Okiku

Japon folklorunda meşhur bir diğer lanetli bebekse Okiku’dur. Hikayeye göre bu bebek, 1910’larda Okiku adlı genç bir kıza hediye edilmiş bir bebektir. Ancak kızın zamansız ölümünden sonra ruhunun bebeğe yerleştiği söylenir. Anlatılanlardan en ürpertici olanı ise bebeğin saçlarının bulunduğu tapınaktaki rahipler tarafından düzenli olarak kesilmesine rağmen uzamaya devam etmesidir. Tapınağı ziyaret edenler, bebeğin gözlerinin nereye giderlerse gitsin, onları takip ettiğini iddia ederek Okiku’nun kendilerini huzursuz hissettirdiklerini söylemektedirler.

Mandy

Perili bebek Mandy, Quesnel Müzesi’ne bağışlandığı 1990’lardan beri paranormal efsanelerin bir parçası olmuştur. Bağışçısı, bebeğin kutusundan ağlama sesi duyduğunu iddia etmiştir. Bağışlandığı günden beri müze personeli garip olaylar bildirmiştir: Kaybolan nesneler, açıklanamayan sesler ve bebeğin onları izlediğine dair hisler gibi. Diğer perili bebekler gibi Mandy de onu gören herkesi ürkütüyor gibi görünmektedir.

Perili bebekler karanlık folklorik anlatılarda ve şehir efsanelerinde her zaman özel bir yere sahip olmuştur. Rahatsız edici varlıkları, gizemli tarihleriyle de birleşince hem geleneksel hayalet hikayeleri hem de modern karanlık kurgusal edebiyat ve filmler için mükemmel konular haline gelmişlerdir. Masumiyet ve dehşetin karışımının birer nişanesi olan bu oyuncak bebekler, hala tam olarak açıklanamamakta ve gizemini korumaktadır.

Yazar

Exit mobile version