Yazın ortalarına kadar gelmişti kurban bayramı. Poşet ve tüm ihtiyaçları bir hafta öncesinden tamamlamıştım. Sıcaklık artık sabah uyandığında kendini hissettiriyor. Alarm ile beraber kalktım, abdestimi hızlıca alıp camiye bayram namazına gittim. Namaz sonrası kurban kesim yerine gitmek üzere yola koyuldum. Sabahın daha bu erken saatinde sıcak bastırmıştı, bugün o tüm yapılacak kurban işleri, telaş ettiklerim, olası aksilikler, kalabalık ve sıcağın etkisini düşünüyorum. Minibüs duraklarına doğru hızlı hızlı yürüyorken bunları düşünmekten kendimi alamıyorum. Esasında bunları düşünmenin de ötesinde bugünün içindeki o anları neredeyse yaşıyorum.
Alarm gibi kulak tırmalayan bir zil sesi beni kendime getirdi. Arka koltuklardan birinde oturan kişinin telefon sesiydi, cebinden çıkarıp aramayı cevaplaması vakit alınca herkesi kendisine odakladı. Beni kendime getiren zil sesi ile fark ettim ki yolun yarısından fazlasını kat etmişiz, neredeyse varmak üzereyim artık.
Sabah şu kısacık zaman diliminde yaşadıklarımı düşündüm; Daha günü yaşamadan, bütün bir günün içindeki anlara gittim. Sonra gençlik ve okul yıllarımda biraz gezdim. Bu yaşadığım resmen zamanda yolculuk gibi, hiç bir cihaz vesaire kullanmadan hem geçmişte hem de gelecekte vakit geçirdim. Bu aslında hepimizin bilerek ya da bilmeden yaptığı bir şey, zamanda yolculuk yapmak, hem de herhangi bir cihaz veya özel aparat kullanmadan.
“Kaptan, müsait bir yerde inebilir miyim!”