Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

Zamanı Kim Vurdu?

Zamanı Kim Vurdu?

“Kendimi beyaz kadranlı, Romen rakamlı bir duvar saatindeki saniye çubuğu gibi hissediyorum. Sadece dönüyorum. Zamanın kendisiyim. Geçiyorum.”

“Sana büyük bir sır söyleyeceğim, zaman sensin” der, Louis Aragon ve İsviçreli entelektüel Max Frisch (1911-1991), “Anlatan her “ben”in bir kurmaca olduğu ki, kurgu olmadan karşımıza çıkan bir hayata zor dayanacağımızı …herkes eninde sonunda kendi hayatı sandığı bir öykü uydurmak zorunda” olduğunu söyler.

Yazarken hata yapmamak için nefeslerini tutan hattatları duydunuz mu? Salt hata yapmamak için tutulan bu nefes yüzünden, hattatların çok yaşadığı söylencesi yaygındır.  Kurguladığımız zamanın sırrı, Aragon’un dediği gibi gerçekten biz miyiz? Ben’i  kurgulamaya çalışmak “Hattat”ın nefesini tutma çabası mıdır?

Kendimize ait zamanın kurgulayanı olarak, yazmamızın veya düşsel anlatılarımızın sonucunda olmayana/yaşanmayana gitme arzusunu mutsuz hayatımıza katlanabilme adına hangimiz duymadık ki?

Zaman kavramının içindeki varoluş mücadelesinin yarattığı endişeyi ancak kurgu giderebilirdi. Bu endişenin giderilmesi, hayali bir yaşamın, hayali bir zaman içinde varoluş gerçekliğini kazanmasına bağlıydı.

Ölümün kaçınılmaz ve tek gerçek olduğu bir dünyada yaşama katlanmak, çıplak, yavan bir zamanı güzelleştirmek hedonist ağırlıklı bir kurguyla mümkün olabilirdi. Acınası varlığımızın anlam kazanabilmesi için oluşturduğumuz felsefe; edebiyat, evrim, kendi ellerimizle kurguladığımız zamanın hizmetçileriydi.

“Kendimi beyaz kadranlı, Romen rakamlı bir duvar saatindeki saniye çubuğu gibi hissediyorum. Sadece dönüyorum. Zamanın kendisiyim. Geçiyorum.” Hakan Günday, yelkovan hızında yaşamdan geçmeyi anlatırken, akrep miskinliğinde zamanı öldürme peşinde olduğumuzu hissettirir.

Zamanaşımlarına güvenerek, suçlanmayacağımızı bilerek işlenen “saat” cinayetlerinin faillerine yardım ve yataklık yapıyoruz. Günde iki defa doğruyu gösteren, yanlış ayarlanan saatin akrep ve yelkovanı gibi  zamanın başlangıcında tasarlıyoruz başkalarına ait ama bizim olduğuna inandırıldığımız yasal kurguların cinayetlerini.

Hattat titizliğinde yarattığımız kurgunun içindeki labirentte kendimizi, benliğimizi, varoluş nedenimizi aramıyor muyuz?

Kötüden, acıdan, tükenişten, yasak olandan, günah belletilenden oluşturulan her yaşam, ölümünü doğurmak için bekliyordu sırasını. Zaman, ölüm sancılarına alıştığından dolayı hiçbir anlam taşımıyordu. Kurguladığımız zaman, kendisine yenik düşen ve  köklerinden kopmuş bir iyimserlikti sadece.

Bu anlamsız kaotik zamanları anlamlandırabilmek için yaşama gücünü kurgusal zamanda aramaya devam etmemizin; hayatın hem içinde, hem dışında olmaya katlanabilmenin bilinen  başka  bir yolu var mıydı?

 

Edip Cansever,  “Umutsuzlar Parkı” adlı on dört parçalı uzun şiirinin onuncu bölümünde; “Ne yazık! Vakit de yok kurtarmak için geleceği/ Düşünsek bile şimdiden – düşünemiyoruz ya/ Üstelik ne çıkar bundan ve ne katardı yaşamamıza/ Hiçbir şey! Çünkü ne varsa içimizde gelecek için/ Sanki bir öyküsü bu, hayatı süslemenin” dizelerinde, geleceği kurtarmak için zamanın kalmadığını ve bu olmayan zamanın insanı umutsuzluğa götürebileceğini düşünmediğimizi söylerken; tüm düş gücünü yitirenleri de “Umutsuzlar Parkı”ndan başka bir yere çağırmamaktadır.

Zamansızlıktan yaratamadığımız ya da kurgulamadığımız gelecek, gerçekten de hayatı süslemekten mi ibarettir? Zaman, zamansızlık, geleceği süslemek ve yaratacağımız kurgu biz kaybedenleri “Umutsuzlar Parkı”ndan çıkarabilecek midir? Oysa Louis Aragon demişti, “Geçmişi icat ettim, geleceğin güzelliğini görmek için.”

Özlenen dün yarının güzelliğini göstermiyorsa derdimiz bugünde olmalı sanıyorum.

Hiç’lik Penceresi: Bayram SARI

indigobayram@gmail.com

Exit mobile version