Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

Ölüm nerede?

Ölüm yakında…

Ölümün ne zaman ve nasıl geleceği meçhul. Kimse bilmiyor. Oyunun içindeyiz. Roller belli, biz kabul etmiyor, kendimize farklı replikler seçiyoruz. Perde yakında kapanacak, oyun bitecek haberimiz yok. Ölümün kime ne kadar yakın olduğu bilinmez. Herkesin kafasının içinde belli bir sayı var. O yaşta öleceğini düşünür. Belki de ümit eder. Bu yalandır. Kişinin kendisine uydurduğu en büyük yalandır. Haberi yoktur.

Ölüm haber vermez…

Gelince gelir işte. Ölüm habersiz kapıya dayanır… Haberli gelen ne var ki? Kontrol ettiğimi sandıklarım nelerdir? Her biri başka bir yalan. Yalanlara inanmak ne kadar da kolay. Kendimi aldatmak amma da basit… Dürüst olmak çok zor. Ben kendimi ne sanıyorum acaba? Kimim? Kim değilim bilmekte fayda var çünkü ölüm gelecek… Ben hazırlanmalıyım. Gelince hazır olmak var.

Ölüm zamansız değildir…

Her ölüm tam zamanındadır. Teslim olmak ve arkana bakmadan gidebilmektir önemli olan. Yanımda ne götüreceğimi bilmek mühimdir. Yaptıklarım ve yapmadıklarım dikkate alınacak. Sevaplar, doğrular, iyilik ve güzellikler sayılacak. Çentikler atılacak. Arkamdan yaptıklarım hatırlanacak ve adım yâd edilecek. Gidene üzülmeyen varsa, kaldığında sevilmemiş demektir. Gidenin arkasından ağlayansa kendine ağlar sadece. Kaçırdıklarına yanar. Paylaşmadıklarına, birlikte yaşayamadıklarına yanar çünkü ölüm her an enseye yakın bekler… Yaşamak çok güzel, hayatın tadını çıkartabilmek bahşedilmiş bir lütuf. Elimde olanları görmek, bana nasip edilenlerle yetinmek, hak ettiklerimle mutlu olmak sırlardan biridir. Sitem etmek, şikâyeti dile getirmek, olmayana odaklanmaksa gücün kendimde olduğunu sanmaktır. Haddini bilen bunu yapmaz. Kendini bilen dilini uzatmaz. Oyun çoktan başladı ve içindeyiz. Oyuncuyuz ve roller belli. İyi oynamakta fayda var.

Ölüm kapıda…

Yanında sevdikleriniz varsa onlara sevginizi dile getirin. Sarılın, öpün, koklayın onları doya doya. Yanınızda yoklarsa şayet, bulun onları ve söyleyin. Çok geç kalmadan duyurun sesinizi. Seveniniz yoksa kendinize sorun sebebini. Sevimli olmayı deneyin, sevecen olun. Kendinizi severseniz zaten herkesi de sevmeniz kaçınılmaz olacaktır. Sevgidir her şeyi birlikte, bir arada tutan. Sevginin parçasına dönüşün. Daha da iyisi sevginin kendisi olun. Neden mi?

Ölüm pusuda ondan…

Yanı başınızda, her an gelip kapınızı çalacak. Siz geç kalmayın, pişman olmayın. Son vazifesini yapmak üzere yanınıza gelenler olmasın. Şimdi gelsinler yanı başınıza. Her birini arayın, sorun, sevin, en önemlisi kendinizi hatırlayın ve hatırlatın, çünkü ölüm pusuda… Çok yakında… Ne kadar uzaklaşırsanız uzaklaşın o hep yanınızda. Yanı başınızda.

Vakitsiz Kaybedenler romanımdan aldığım bu satırları yeniden okumak ve paylaşmak istedim. Herkesin ortak bir korkusu var. Kimsenin kabullenmek istemediği, dile getirmekten çekindiği bir korku. Aslında tüm korkuların anası ve her korkunun temelinde yatan ‘Ölüm.’

İlginçtir pek çok insanın ölümün zıddının yaşam olduğunu düşünür aslında ölümün zıddı doğumdur. Yaşam ölümden bağımsız hareket eden bir olgudur. Sen varsan veya yoksan, ben var veya yokum yaşam devam eder. Zaman gibidir. İşin aslı fani oluşumuz zamana bağlı olduğumuzdandır.

Gel bak ki yaşam içinde garanti olan bir şey var. ‘Her canlı ölümü tadacaktır.’ Yani yaşayan her şey zamanı gelince ölecektir. Bundan kaçınılmaz. Korkunun da faydası yok çünkü ölüm kapıyı çaldığında evde yokum demek lüksümüz yok. Kapıyı açmamak veya ölümle pazarlık etmenin de bir yolu yok.

Yaş almış anneme bakıyorum sürekli yaşamak istiyorum ve her gün yaşamak sevincimi ortaya çıkacak bir şey arıyorum ve buluyorum diyor. Her gün keyif verecek, onu neşeli tutacak bir şeylerin peşinde. Hayatın hakkını veriyor.

Rahmetli babam ile 50 yaş farkımız mevcuttu. Çocukluğum boyunca tüm arkadaşlarımın babası varken benim dedem olduğu sanılan bir babam vardı. Her an ölecekmiş gibi yaşardım. O günlerde Halil Cibran’ın sözlerini henüz duymamıştım. ‘Ölüm bir yaşlıya bir bebekten daha yakın değildir; yaşam da…’ Aynen bu. Zihin devrede olduğundan, gönül de sıralı ölümler olmasını arzu ettiğinden karşımıza çıkan her ölüm farklı bir duyguyu yaşatıyor.

Babamın ölmesi ile hayatım değişti. Komada geçirdiği 28 gün boyunca öleceği ihtimalini zihnim ortaya koymadı. Ölünce darmaduman oldum. 7 sene kendime gelemedim. Bir gece rüyamda bana onu bırakmam gerektiğini söylediğinde gözyaşları içerisinde boyun eğdim. Ardından hayat ağacımın kökü annemin başına bir şey gelirse bana ne olacağı düşüncesiyle boğuştum. Kendimce onun cenaze törenini anlatan bir roman yazdım. Lilly- Ben Bir Arap Yahudi’siyim romanında onun cenazesini anlatıp kendi sınırlı aklımla ölüm deneyimini ve bana neler olacağını hatta neler hissedeceğimi önceden yaşatmaktı niyetim. Allah uzun ömürler versin. Anladım ki her gün kıymetli ve bir gün bunu şunu yaparım demek yerine bugün ne yapabilirim deyip annemle vakit geçiriyorum. Yarın olunca bugüne bakıp keşke dememek için elimden gelenin en iyisini yapıyorum… Kendimce…

Öğrenmek istemediğimiz şey ölünün arkasından ağlarken kendimize ağladığımızdır. Ölüm bize ne kadar yakınsa biz ölümün acısını o kadar derin hissederiz. Bana yakın değilse, beni ilgilendirmiyorsa çok da fark etmiyor. Savaş ülkemdeyse ilgi alanımda, çatışma terör mahalleme yakın oluyorsa merak ederim, kavga veya ters olay hatta ölüm benim binamda ya da evimdeyse kan bağım varsa tüm şartları göz önüne aldığımızda etkisi de bana yakınlığı ile doğru orantılı oluyor.

Dünya’da her gün bir kavga, çatışma, savaş ve ölümler oluyor. Hangileri ile ilgileniyorsunuz acaba? Kendinize dürüst olun! İçinde ben varsa önemi artıyor.

Ölüm benin yok oluşu, egonun sıfırlanışı, benden vazgeçiştir. Korku buradan kaynaklanıyor. Ego ölmek ya da yok olmaz istemiyor. Varlığını sürdürmek derdindedir. Ölüm saat gibi ve herkese farklı bir alarm çalıyor. Ölmekten korkma yaşayamamaktan kork! Hayatın getirdiklerine odaklanmak yerine götürdüklerine odaklanmak aynı cenazeyi sürekli taşımaktır. Acı zannedildiği gibi paylaştıkça azalan bir olgu değil sadece daha fazla kişiye bulaşması demektir. Korku da aynı böyledir. Toplumsal korkular daha güçlüdür hatta kalıcıdır. Nesillerden nesillere aktarılabiliyor.

Ölen kişi yaşlı veya hastaysa sanki anlamı azalıyor. Beklenen bir şeydi demek işimize geliyor. Genç birisi olunca sorgulamak başlıyor. Hak mı haksızlık mı diye zihin devreye giriyor. Toplu ölümler, kazalar söz konusu olduğunda yine kendimizi ölenlerle özdeşleştirip ona göre davranıyoruz. Genç bir kız öldüğünde kendi kızı olanlar bunu daha yakından hissediyor. Ölen babanın yaşı, işi, fikirleri mesleğine bakıp benzer veya aynı olanlar yine ya kendilerini ya da kendi babalarını düşünüp eziyeti çekiyorlar.

Kan bağı, iş bağı, arkadaşlık dostluk bağı olan ilişkilerde ölüm sonrası matem bir hafta, bir ay veya 11 ay süresince tutulabilir. Fakat neden yasta olduğumuzu niçin ağladığımızı niye kimi zaman uzattığımızı fark etmekte fayda vardır.

Yaşayan her canlı ölümü tadacaktır. Yaşamıyorsan şayet hayatına odaklan. Ölüm herkese aynı yakınlıkta bekler. Sadece ne zaman olduğunu bilmiyoruz. Zaman bugündür o yüzden her günün hakkını vermek bizim boynumuzun borcudur. Keşke dememek adına bir gün yaparım söylerim dediğimiz her şey için günün bugün olduğunu hatırlayalım…

Exit mobile version