İnsan çocuğu kendisini o kadar küçük yaşta kaybeder ki sonradan hiçbir şey hatırlamaz. kim olduğuna dair bir fikri yoktur sadece “keşke” ve “acabalar” ile bir yön bulmaya çalışır. Olmaya çalıştığı şeyi dış örneklem ile tanımlamak ister. İçinde olduğu kişinin kendisi olmadığını düşünür çünkü ona böyle öğretilmiştir.

Önce bozulmuş ve parçalara ayrılmıştır sonra bu parçalar sen değilsin git kendini bul denmiştir. Bu arayış asıl olandan uzaklaştırır insanı. SİSTEM’den… Sistem kendisini anne, baba, eş, çocuk, eğitim sistemi, çalışma hayatı, kamusal alanlar ile muhteşem şekilde inşa eder ve kişinin kişiliğini orada tuzla buz yapar sonra da Japon Kintsugi Sanatı gibi altın tozuyla birleştirip ortaya harika bir ürün çıkarmasını ister.
Her türlü satacak ve bir şey bulur sistem. Kişi kendisini tüm bu kaos içinde bulabilir mi? Sanmıyor ama evet bulabilir. En azından olduğu kişi yapan durum ve şartları değiştirerek kendisinin istediğini sandığı şeyi yapmaya başlar.
Mutlu olur mu? bilinmez ama kendince çemberin dışına çıktığını ve kendisi olduğunu düşündüğü için kısmi mutluluk yüklenmiş şekilde yaşamına devam ettirir. Parası olanları emekli olunca yat alması, orta sınıfın emekli olunca Ege sahil kasabasına taşınması hayallerini kendi hayali ve özgürlüğü sanıp peşine düşer ve çarkın dişlilerini kırıp sistemin dışına çıktığı sanrısı ile yaşamını devam ettirir.
Hayat muğlak bilgiler ile kaotik bir döngüde ilerlemeye devam eder. Galiba soru sormayı bırakıp, olduğun yerde kabuk değiştirerek ilerlemek mantıklı gibi geliyor fakat o da çok mümkün görünmüyor. Her tarafı ballı değnek işte ve buna yaşamak diyoruz….



