Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

Ay Kenti

Yüzyıllar önce, tarih dahi başlamamışken,

Tanrı dünyayı yaratmaya karar verdiği günlerde,

ama insan daha yokken ortalarda,

alemler arasında sınırda bir alem vardı

Ayn Şın Kaf’ idi adı.

Bu alemde Kaf, zirvesinde ışıktan bulutlarla, bir dağ ada…Eteklerinde, bin bir alemden bin bir renk ile ne erkek ne kadın periler, haylaz cüceler, gümüş melezler, kara cinler, ak cinler, kanatlı ejderhalar, insan yüzlü büyük kuşlar, boynuzlarında taçlarla kırmızı yılanlar, pençeleri kayalar kadar canavarlar, altın boynuzlu boğalar,gümüş boynuzlu geyikler, gözleri akik ceylanlar, gözleri zümrüt kurtlar, hayvan aleminin her hurufundan varlıklar gezinirdi. Dalları dağ gibi zirvelere uzanan isimleri kadim ulu ağaçlarla, kokuları cennet çiçeklerle, bal üzümlerle, türlü baharatlarla otlarla bezenmişti örtüsü Kaf Dağı’nın… Hem dağ hem ada idi, ak bir okyanusun ortasında…Ada ilk kıtanın efsanesi olup söylenecekti nesil nesil anılacaktı,

Okyanus Ak Su Yılanı, ki sonra dünyalı bir rüyacının rüyasında dev bir su yılanı olacaktı zaten… Yüzü bütün büyülerden daha büyüleyici ak bir su yılanı, dağı sarmış sarmalamış, kimin kime bekçilik ettiğini Hakikat bilir…

Güneş dağın zirvesinden doğardı, Ayn Şın Kaf’ta…Ayn Ak Su Yılanı, uyanır kıpırdanırdı ama alemden güneş çekilince karanlığa gömülürdü hem okyanus hem dağ…Kederle, hüzünle… Beklerdi dağ ve ahalisi ve Ak Su Yılanı…Suyun karanlığında rüyalar uyur, uyurdu Su Yılanı, Dağ uyurdu. Mademki Her şeyin ve Hiç’in Sahibi, zamanın olmadığı bu aleme bir zaman koymuş vardı bir hikmeti….

Hep bir vakti gelir… O vaktin geldiğini Ak Yılan pullarından dökülenrenkli balıklardan anlardı, beyaz pullarından renkli balıklar binlerce renkte… Balıklar suyun üzerinde oynamaya başlayınca Dağ ve bütün ahalisi, geceyi beklerdi, kavuşmayı… Ve Ak Yılana sevgiyle bilgeliğine hürmetle hayranlıklarını, dağın en güzel çiçeklerini kıyısına bırakarak gösterirlerdi. Kutlama böyle başlardı.

Güneş çekilince o ana kadar geceleri hep karanlık aleme, bütün mücevherlerden daha parlak Dolunay doğardı, Güneş bile hayranlıkla izlerdi, alemlerin nuru dahi hayran ise Ayn ile Kaf ne etsin ışıktaki Şifada Şın idi Dolunay…

Ama Kainatın Kudreti, Devranın Sahibi bir mucize daha vermişti bu ahaliye… Her devranda kalbinden görene, karanlıkta imdat dileyene yetişen Dolunay, sadece kendi doğuşunda görünen bir kenti gösterirdi.

Bir kent ki duvarları ipekten bir labirentin ortasında inciden bir kale, Dolunay ışığından parlak, Ak Yılandan daha Ak… Kaf Ahalisi için hep bilmece… Çünkü inciden kalenin içinde inci odada Alemlerin Sırrı gizliydi. Bir tek Ak Yılan bilirdi susmaya yeminliydi. İnci ak, Dolunay ak kendi gibi… Meraklı Periler, Akıllı Cüceler denemişti, ipek duvarlardan geçmeyi… Dağ öyle bir kükremişti, Okyanus öyle bir taşmıştı ki ahali vaz geçti sormaktan bilmekten… Sormak yerine görünmez kentin görünmesini seyretmeyi seçtiler hayranlıkla…

 

Taa ki o geceye kadar…

Önce Kaf Dağı’na zirveden bir buyruk indi “ilk Dolunay’da ateş yakılacak” Ahali ağaçların canını yakmayacağından bekledi. Ak Yılanın pulları renklenip balıklar kıpırdamaya başlarken gövdesinden, zirveye yakın göklerden yanan bir taş düşüverdi Aleme…

Bilindi Kaf ateşsiz olur mu? Yanan taş Ak Yılana şifa Kaf’a reva ateş…

Dolunay gecesinde bu gecenin bütün gecelerden başka bir hikmette olacağını sezen ahali doluştu pervaneler gibi, görünür Ay Kenti’nin gri çizgilerden ak ipeklere dönmesini, inci kalenin bütün heybetiyle yükselmesini izledi, yanan taşın alevinde dans eden gölgeyi ilk o zaman gördüler…Gölge siyah ve duman… Daha önce duman gelmedi bu aleme…

Bilge Kaf Dağı, Kraliçe Ana Ak Yılan ile göz göze geldi, Dedi “Gölge ilk defa gelir bu aleme neyin alametidir Sultanım?”

“Bir haberdir bir doğumdur bir ölümdür gölge diye biliriz” dedi Ak Yılan biraz tedirgin…

Gölge söylenenleri duydu duyar elbet, ateşten nasip alıp önce dağın eteklerini sonra okyanusun kıyılarını gezindi, suyun üzerinde yürüdüğünü gördüler gölgenin… Sonra Gölge şimdisini şimdi bilip, vazifesine geldi. Kentin ipek duvarlarında uçuştu geçti labirentinden kentin kılavuzsuz umarsız…

Kaf tam kükreyecek Okyanus tam taşacaktı ki Dolunay yaklaştı iyice ipeklere sokuldu, gölge hala gölge idi ama Kaf ile Ayn durdu Şın girmişti araya… Üçlediler geceyi.

Ahali Gölgenin hızlıca ipek duvarlardan geçtiğini, inciden kalenin tek odasına vardığını seyrediyordu, Ya Kıyamet Ya Kıyamdı bu gece…

Gölge inci odaya yaklaştıkça Dolunay ışığı gölgeyi dolduruyordu, dolduruyordu, dolduruyordu, son bir karanlığı kalmıştı… Gölge inci kalede, inci odanın içinde, inci kutunun başında idi.

İpek duvarlar kanatlar gibi havalandı açıldı belki yandı. Gölge inci kututu açarken Ayn Şın Kaf aleminde görünmez kent artık

Minel Evvel il El Ezelde görünür idi, inci kutu açılırken, yedi kat alemde bir doğum idi, gölge kutunun içine girdi ışık olurken yoktu öldü. Sırrı kendine seçene sır değildi ki inci kutudaki… Ayn da Ak, Dolunayda Şifa, Kaf Dağında hüküm verildi, doğdu ışık işte anda çizgi çekildi !

Dağın ahalisi ve Okyanusun balıkları; simyacılara, cadılara, şifacılara, aşıklara, hurufilere, şairlere, meczuplara, seyyahlara, bozlaklara, şövalyelere, azizlere, dervişlere, ebelere, sultanlara, sihirbazlara masallara rüyalara gönderildi. Hırsızlar ve Soysuzlar çalmaya kalksa da sır sadece Ayn Şın Kaf ateşine tutulmuşlara söylendi bu alemde, o alemde de yedi kapıda iki cihanda mühürlendi.

Dedi Ayn Şın Kaf Aleminde Ak Yılan Kaf Dağı’na;

“Mühürdür böyle bilinsin!

Seyirde Devranın Sahibi, Be’de Nun’da !

her cümlesi her hurufi her alemde tek bir noktada İkrar ile verildi.”

Nokta.

Exit mobile version