Evli ya da bekar, insanlar artık mutlu değil. Gelecek kaygısı, ilişkilerdeki dengesizlik, aşk arayışları, sevgi ve şefkat beklentileri tavan yapmış durumda. Herkes savrulmak üzere ve sebeplerini bilmiyorlar. Kendisini anlamayan ya da anlamadığını düşündüğü kişilerle ilişki sürdürmeye çalışıyorlar ya da daha büyük bir şey var fakat onun ne olduğunu bilmiyorlar. Bu düşülen boşlukta gözden kaçırdıkları bir şey var; içeride olmayan, ailede olmayan, ilişkide olmayan bir şey bu…
Kapitalist sistem… Ve onun sürekli tetiklediği ihtiraslar (daha farklı görünme, daha pahalısına sahip olma, sahip olduğuyla değerli hissetme vb) tüm ilişkileri çıkmaza sürüklüyor ve insanları da arayışa itiyor. Bunu yaparken de bireysel ben’cilliği kullanıyor, eşsiz, benzersiz ve tek oluşunu dayatarak onu daha fazla sarıp içine çekiyor.
Eşler, aile içi dinamiği devam ettirmek için ne kadar çaba harcarsa harcasın, yetmiyor/yetemiyor. Denge yok, dengesini yitirdi herkes…
Bu arayışta -kadın/erkek fark etmiyor- her birey huzuru ve sevgiyi arıyor. Sanki gideceği kişi ya da yer ona bu talep ettiği şeyleri verecekmiş gibi. Fakat o da mümkün olmuyor ya da oluyormuş gibi yapıyor ve bir yerden sonra çark edip tekrar başa sarıyor. Kısacası, cicim günleri belki de ayları çabuk geçiyor ve oyun tekrar çıkmaza giriyor. Böyle devam edip duruyor, adına ömür denilen oyun…
İlişkiler ya da birliktelikler böyle çıkmazda iken bireysel değil de cinsiyetlerin de davranışları şekil değiştirmeye başladı. Son dönemin erkek figürleri parası olan kadınla evlenip kendini daha bir garantide hissetmek üzerine inşa ediyor ilişkileri. Önce güçlü ve ayaklarının üzerinde duran kadın istiyorlar. Sonra onların gücü ile baş edemiyorlar ve gidip aldatıyorlar. Daha zayıf gördükleri kadınlarla birlikte olup egolarını tatmin ediyorlar ve içlerindeki bu ezilmişlik hallerini iyileştirmeye çabalıyorlar.
Erkekler bu hale nasıl geldi? Görünen o ki kadının eril gücü, onu dişil ve pasif hale getiriyor ve o da gücü eline alacağı başka bir deneyime atıyor kendisini. Kadınlar da annelerinin yaşamlarındaki yoksunlukları ve çaresizlikleri görüp çok güçlü ve eril hale geldiler. Erkeğe bağımlı olmadan yaşamayı başardılar. Bu da dengeyi bozdu ya da yeniden inşa etti. Buna bozdu demek haksızlık olur, asıl olması gereken gerçekleşti sadece ikili ilişkilerde dengeler bozuldu ve bu iki cins ne yapacağını bilemedi.
Bu arada erkekler de babalarının annelerine yaptığı şiddetteki çaresizliği kendi ilişkisinde pasifleşerek düzeltmeye çalıştı, onu da beceremedi. Çünkü özünde bu kadar pasifleşmek yoktu. O da pasif ama şiddete eğilimli, pasif ama dışarıda güç gösterisi yapan garip bir varlık haline büründü… Hayatta eril rol üstelenen ve ayaklarının üzerinde duran kadınlar için de bu kadar erillik yorucu olmaya başlayınca görevi teslim edecekleri ve dişiliğini öne çıkartacakları erkek figürü kalmadı dışarıda. Kalanlar da henüz olgunlaşmamış, iletişim yönünden zayıf, eğitim seviyesi düşük, fiziksel gücüne güvenen garip tipler oldu.
Şimdi herkesin hikayesinde, arayış var ama korku var. Gitmek var ama çaresizlik var. Yeniden başlamak var ama çok aması var… Çünkü insanlar alışkanlıklarını bırakmak istemezler. Konfor alanlarından çıkamazlar. Evet, bildik ve tanıdık acılara alışıyor ve ego denen kaprisli kevaşe insanlara başka yol olmadığını inatla dayatıyor. İnsanlar da egonun yarattığı bu kaotik ama gerçek olmayan şeylere inanıp, kendi çöplüğünde kral/kraliçeyi oynamaya devam ediyor.
Kadın ve erkek bu coğrafya da sevgi konusunda da kusurlu büyüyen/büyümek zorunda kalan iki karakter. Anne ve babaların sevgiyi gösterme şekilleri ya da beklentileri üzerine ikame ettikleri sevgi anlayışları, bireylerin sevgiyle ilgili algılarını ters yüz etti. Kendi çocuğunu şımarmasın (coğrafyanın saçma kaderi) diye sevmeyen bir anne babadan alamadığı sevgiyi, haliyle eşine de aktaramayan eril ve dişil figürler günün sonunda, sevilmediğini ya da sevildiğini hissedemediğini söyleyip, arayışa giriyor. Bir örnek var ve sık sık denk gelirsiniz bu örneğe;
kadın/adam
– Beni sevmiyorsun
– Hayır çok seviyorum
– Ama hissedemiyorum
– Yanındayım ya! daha ne yapayım?
Yanında ya daha ne yapsın adam/kadın… Başka bir şey bilmiyor. Orada duruyor işte, yanında, onu görebilir ve duyabilirsin, buna razı gelmelisin. Çünkü o sadece bunu biliyor. Yanında olmak yeterli geliyor ona… Neyse, konumuz sevgi değil ilişkilerdeki boşluklar, arayışlar ve sistem… Evet, sistem…
Size herkesi mutlu gösterip ya da herkesin sanal bir mutlulukla kendini ifşa edip, nazire yaparcasına ortalığa salıp sonra da odada yalnızlığa, çaresizliğe gözyaşı döktüren sistem. En pahalı telefonu aldırtıp, onu masaya koydurtan ve onun üzerinden sana değer satan sistem. En pahalı araba ile mekanın önüne gelip, valeye önünü iliklettiren sistem. O mekana zaten herkes benzer arabalarla geldiği için, egosunu tatmin edebileceği tek kişi, vale ve garson oluyor. İşte bu tarz kişilikler ya da bireyler, ilişki içerisinde de sahip olduklarıyla egemenlik kurup, sahip rolüne bürünmeyi seçiyor. Para bende, güç benim. Güzellik bende, kraliçe benim. Yakışıklılık bende, kral benim… Onlar olmazsa ne oluyorsun? Bunu sormuyor, buna maruz kalanlar. Çünkü onlar da muhtemelen kişinin zannıyla var olduğu ve göründüğü o şeye tutunarak giriyor içeri. Sonrası mı? Al gülüm ver gülüm mutsuzluk…