Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

Hakkını çalan mı daha suçlu çaldıran mı?

Hakkını çalan mı daha suçlu çaldıran mı? Ya da var mı bir suçlu?

Hak: TDK’nın tanımına göre hukuka uygunluk, adalet.
Hak: İslam’da Allah’ın 99 isminden biri

Yıllar yıllar evveldi, niçin önlemek için daha çaba göstermediğimi anlayamadığım büyük bir haksızlıklar silsilesinin içinde kaybolmuştum. “Hak”kım alınmış, “hak”sızlığa uğramış ve her zaman arsız insanların karşılarındakilere pek âlâ kolaylıkla yaptıkları gibi bir de üstüne “hak”sız çıkartılmıştım. (Evet, içimdeki bu hak kelimesinin yankılanmasını durduramıyorum ve bu ayki meditasyonlarımı bunu şifalandırmaya adıyorum…)

Hiç büyük bir haksızlığa uğradınız mı? Eh muhakkak, öyle bir memlekette yaşıyoruz ki, haksızlık yaparak ötekinin üstüne çıkmak, ezmek, öne geçmek adeta bir başarı kıstası. Muhakkak sizin de başınıza geldi. Belki hakkınızı geri alabildiniz, öyleyse helal olsun size! Ama benim gibi sadece yerinizde dövündüyseniz, belki bu anlatacaklarım size de tanıdık gelecektir.

Yaklaşık 20 yıldır spiritüel konulara kafa yoruyorum, çocuk yaşta denebilecek bir dönemde hayatı sorgular, olanın neden o anda olduğunu, zamanlılıkları, kayıpları, kötü görünen ama iyiye devşiren konuları düşünürdüm. Elbette çokça kitaplar okudum, okumaya devam ediyorum. Senelerin verdiği alışkanlıkla, başıma bir olay geldiğinde öncelikle şunu soruyorum; Bu benim başıma neden geldi? Bu olaydan almam gereken ders nedir?

Onca senenin, kitabın, eğitimin, meditasyonun sonunda içsel olarak biliyorum ki hepimiz bir bütünün parçasıyız. Ben senden gayrı değilim, sen de benden. Aslında büyük bir beden gibi düşünüyorum Dünya’yı, biz de onun damarları içindeki alyuvarlar falan olsak gerek. Dolayısıyla gidip de kaşımın üstündeki sinir ağına sinir olmam falan pek mantıklı değil, aynı şeyin minik birer parçasıyız en nihayetinde. Dolayısıyla birine ÇOK da kızsam, onun ben, benim o olduğumu biliyorum ve diyorum ki “O’nda ne gördüm kendime ait? Bu davranışının bir başka şeklini ben nerede ve neden yapıyorum?”

Ancak büyük haksızlıklar için ayrı bir düşünce dosyası açmam gerekiyor zihnimde. Olmuyor Altan, bunca eğitimle bile bazı haksızlıkları yutmam kolay olmuyor.

Tam olarak şöyle bir şey yaşadım, detaylandırmazsam konunun havada kalacağının farkındayım. Yıllar evvel bazı eşyalarıma el konuldu. Benim ve ailemin maddi ve manevi eşyalarıydı ve manevi tarafları daha da ağır basıyordu. Allah’a havale edip geçmeye çalıştım olmadı, en sonunda dedim ki “benim evime hırsız girdi ve tüm paralarımı ve eşyalarımı çaldı, hırsız olsa ‘aman bu Beril’in babaannesinin hatırası, dursun’ demeyecekti, böyle düşün ve artık öfkelenme”. Uzunca bir süre geçti, çok ama çok üzülsem de savaşmayı bıraktım. Bugün olsa bambaşka davranırdım ama kolum kanadım o kadar kırıktı ki, yapamadım. Yetmedi nefesim.

O eşyalardan yalnızca 2 tanesini kurtarabilmiştim ancak hatırası olduğu için dönüştürtmem gerekiyordu. Tam 6 yıldır bunu yapmaktan kaçtım, bunun diğer kalan eşyalara olan öfkemi canlandıracağı düşüncesiyle bir kenarda sakladım. Ve bu hafta o eşyaları yapan ustaya gittiğimde, kalan eşyalarımın satılmak üzere, daha geçen hafta getirildiğini öğrendim. Masanın üzerine çıkarttıklarına bakınca her bir hücreme iğneler battı sanki.

Hayat ne diyordu? Önce bunu düşünemedim, size yalan söyleyemeyeceğim. Bu inanılmaz eşzamanlılığın alt metnini okuyabilmek için önce üst metni yutmam gerekiyordu. BENİM eşyalarımla başkasına hediye yapılıyordu. Belki olur ya, bir gün insafa gelirler, bu eşyaların manevi değerini de biliyoruz, senin hakkın olduğunu da biliyoruz derler gibi müthiş aptalca bir düşünceyle kandırmışım meğer altta bastırdığım, tamamını şifalandıramadığım öfkemi.

O anda, gerçeği TAM anladığım anda, içimi kaplayan müthiş bir duygu dalgasını durduramadım. Doldum doldum ve taştım. Haksızlıkların bin bir türlüsünü yaşıyoruz her gün, her an ve ses çıkartamadıklarımız gelip bir yumru gibi oturuyor boğazımıza. Ben ne yaptım ki iyi bir insan olmaktan öte? (Oysaki kötü insan olsaydım zaten yapamazlardı haksızlıkları, yemezdi, öyle değil mi?)

Öfkem biraz dindiğinde düşünmeye başladım. Neden bugün? Neden bu hafta getirdim, nasıl onlar da hemen evvelinde getirmişlerdi? Bu nasıl bir eş zamanlılıktı? Neyi görmem gerekiyordu?

Bilinçle, duygularla ve dümdüz söylenecek şeylerin hepsini geçirdim önce zihnimden. Sonra daha derine indim yavaş yavaş. Bana onların maskelerinin altını tekrar gösterecek harika bir işaretti ve evet hala içimde şifalanamamış yanlarım vardı. Ama her şeyden öte, onlar bendim, ben de onlar. O zaman ben de onlara duyduğum hisleri şifalandırırken, bir yandan kendimi de şifalandırmalıydım.

O gün oraya gitmeliydim, o gün eşyalarımı orada görmeliydim. O gün tekrar o ilk gün derinden hissettiğim haksızlığa uğramış hissini derinden hissetmeliydim ki derinden kazıyabileydim.

Benden olanı, benim bir parçamı şifalandırmaya niyet ettim. Hak’ka ait olanı alarak “hak”sızlık yapılamayacağını tekrar bilmeye niyet ettim. Dünya malındaki maneviyatı göremeyecek kadar kalbi kararanlara sevgi vermeye, kendi içimde dünya malına minnet eden yanıma da şifa vermeye niyet ettim.

Çalan-çaldıran da bendim, olan-olduran da. Onca zaman bekleyen de, tam onlar harekete geçtiğinde harekete geçen de. Ya da kim bilir, belki onları yerinden kaldırıp onca yolu teptirip o ustanın karşısına geçiren de bendim.

Senin hikayende de tek sensin. Sadece sen. Öfkeni duy, kız, yapman gerekeni yap ve elbette mücadeleni ver. Ancak dön dolaş kendini şifalandır. Olan-olduran da sensin, o kişiyi/olayı kendine çeken de. Nedenini görmeye niyet et, öfkesinin üzerine yapışmaması için hangi tekniği biliyor ve istiyorsan kullan ve kendini şifalandır. Şifalandır ki tekrar tekrar karşına gelmesin.

Şifalandır ki ruhun öfkeyle tekrar kirlenmesin.

Her olana minnetle…

Exit mobile version