“İnsan her zaman aynı insanları görürse, bunları yaşamının bir parçası saymaya başlar. İyi, ama bu kişiler de bu nedenle, yaşamımızı değiştirmeye kalkışırlar. Bizi görmek istedikleri gibi değilsek hoşnut olmazlar, canları sıkılır. Çünkü, efendim, herkes bizim nasıl yaşamamız gerektiğini elifi elifine bildiğine inanır. Ne var ki, hiç kimse kendisinin kendi hayatını nasıl yaşaması gerektiğini kesinlikle bilmez.”
-Paulo Coelho, Simyacı
Yasak meyve: iyinin ve kötünün bilgisi
Cennette iyinin ve kötünün ayrımı yoktu.
İyi ve kötünün, siyah ve beyazın bir arada olduğu, her şeyin iç içe ve bir olduğu ying yang dengesi vardı, birlik vardı.
Meyvesinin yenmesi yasaklı olan tek ağaç, bilgi ağacıydı; iyinin ve kötünün bilgisini barındıran ağaç.
Adem ve Havva yasak ağacın meyvesini yediğinde, iyinin ve kötünün bilgisini öğrendi.
İyiyi ve kötüyü ayırmayı öğrendi.
İyinin ve kötünün ayrılması ne demektir?
İnsan, iyinin ve kötünün ne olduğunu bildiğini sanır. Hatta ikisinin ayrımını yapabilmeyi erdemden sayar. Erdemli olmak isteyen insan, iyi olduğunu sandığı şeyi daha çok yapmaya çalışırken, kötü olduğunu sandıklarını yapmaktan kaçınır. İyinin ve kötünün bilgisini, daha çok sevap işlemek ve günahlardan kaçınmak için kullanır. Gerçekte ise iyi ve kötü birbirinden ayrı değildir; ikisi birdir. Fakat insan, iyinin ve kötünün birbirinden ayrıymış gibi göründüğü bir noktada durarak yaşamı izler. Ayrımı, durduğu noktadaki sınırlı bakış açısıyla yapmaya çalışır. O nokta, insanın kendi yaşamıdır. Bakış açısının sınırları, kendi yaşamının tecrübeleriyle çizilmiştir. İnsanın iyisi ve kötüsü görecelidir.
Kendisini iyi gözlemleyen bir insan, yaşamının tecrübeleri dahilinde kendisini anlayabilir. Bir iyilik yaptığında neden yaptığını, bir kötülük yaptığında neden yaptığını idrak edebilir. Davranışlarının iyi veya kötü sonuçlarını anlayabilir. Hem iyiliğe hem de kötülüğe karşı bir anlayış geliştirebilir. Yaptığı iyilikler ve kötülükler, yaşam tecrübesinin bir parçası olarak kendi yaşamında iç içe olduğundan, kendisine karşı bütünsel bir anlayış geliştirebilir. İyiliği ve kötülüğü bir arada kabullenebilir. Fakat söz konusu, kendisinin deneyimlemediği şeyler olduğunda, dışardan izlemekte olduğu bir tecrübenin içerden nasıl göründüğünü bilemeyebilir. Dışarda ve içerde görünenin bütünündeki iyi ve kötü birliğini bilemeyebilir. Bilemediği halde, iyinin ve kötünün ayrıymış gibi göründüğü noktada, kendi yaşam tecrübelerinden ibaret sınırlı bir bakış açısıyla görebildiğini kadarını yargıladığında, iyiyi ve kötüyü ayırır. Yargılayan olur.
Yargılar
Yasak ağacın meyvesi, Adem ve Havva’ya iyiliğin ve kötülüğün bilgisiyle beraber, cennetten yeryüzüne düşüşü de getirdi.
Adem ve Havva, iyinin ve kötünün ne olduğunu bildiğini sandı.
Onların ayrı olduğu yanılgısına düştü.
İyiyi kötüden ayırabileceğini sandı.
Yargıç rolüne büründü.
Gördüğü kadarıyla yargıladığı her şeyin, yargıladığı gibi olmayan tarafını görebilmesi için yargıladığı şeyleri yaşaması gerekti.
Neyi kınadıysa onu yaşadı.
Kınayanken kınadığı konuma geçti, yargılayanken yargıladığı konuma geçti.
Kınadığı başına geldiğinde, yargıları değişti.
Yerine geçmeden empati kuramadığı insan oldu.
Yaşamın akışı onun yaşayarak empati kurmasını sağladı.
Böylelikle görüşü genişledi.
Dışını görüp etiketlediği tecrübenin içini de gördü.
Dışarıda ve içeride olanı, iyiyi ve kötüyü aynı anda gördü ve birliği idrak etti.
İyi mi oldu kötü mü?
Yaşamda olan her şey bütünün hayrınadır. Her tecrübe, yaşanması gerektiği için yaşanmıştır; yaşanması bütünün hayrınadır, bütünün anlaşılması için gereklidir. İnsan, kısıtlı bakış açısıyla, kendisinin veya başkalarının başına gelen şeyleri iyi veya kötü şeklinde göreceli olarak adlandırır; çünkü olanın bütüne katkısını göremez. Her insan, kendi karmasının gerektirdiği tecrübeleri tamamlayarak bütüne ulaşır. Her tecrübe öylesine kişiye özeldir ki herhangi bir tecrübenin kişiye neler getireceğini yalnızca onu tecrübe eden kişi farkında olduğunda bilebilir.
Dış duyular ve iç görü
İnsan deneyimlemek ve gözlemlemek için dünyadadır. Bütün dış duyuları ve iç görüsü buna hizmet eder. Fakat insan, çoğu zaman, dikkatinin çoğunu dışarı verir. Dışarıya yönelen duyularıyla, belirli bir mesafeden, başkalarının hayatını gözlemler. Dışarıyla öyle meşgul olur ki içeriyi gözlemlemeyi unutur. Başkalarının hayatını izlerken, kimin neyi doğru veya yanlış yaptığına karar verirken, başkalarının tecrübelerini yargılarken, kendi hayatını ıskalar. İnsan her şeyden önce kendi hayatından sorumludur; başkalarının hayatlarını yargılayarak onların hayatından da sorumlu olur. Yargılama sorumluluğunu aldığı bütün tecrübeleri yaşar. Dış duyularıyla yargıladığı bu tecrübeleri kendisi yaşadığında, aynı tecrübelere iç görüleriyle bakma şansını yakalar. Karmasına kattığı tecrübeleri anlama şansını yakalar.
İnsan neden yargılamaya ihtiyaç duyar?
Olanı olduğu gibi görmek, kabullenmek ve sevmek zordur; çünkü insan bunu zorlaştırır. Her şeyin en iyi ve en doğru şekilde olmasını isteyen insan, olanın doğal güzelliğini göremez. En iyi yoktur. En doğru yoktur. Olan olduğu haliyle mükemmeldir. İnsanın her şeyi yargılamaya olan eğilimi, kendini mükemmelleştirme çabasından ileri gelir. İnsan önce kendini olduğu gibi severse, herkesi ve her şeyi de olduğu gibi sever. Her yaşananı olduğu gibi kabul eder. Hem kendisinin hem başkalarının tecrübelerini olduğu gibi kabul eder. Yargılanacak bir şey yoktur. Kim nasılsa ve her ne nasıl olmuşsa, öyle mükemmeldir. Doğallıkla olanın akışında mükemmellik vardır. Kişilerin ve olayların doğasında, insanın zorlayarak oldurmalarından uzak bir akış vardır. O akış, parçalara ayrıldığında, insanın gözüne mükemmel görünmeyebilir; ama aktığı bir yer vardır, akışın mükemmelliği bütününe bakınca görülür. İnsan bunu bilirse, zorlamaz. İnsan zorladığı için zordur. Doğal akışa izin vermediği için zordur. Zorlayacak hiçbir şey yoktur. Oldurulması gereken hiçbir şey yoktur. İyisi kötüsü yoktur. Yargılanacak hiçbir şey yoktur. İçeride bütünlük varsa yargılar kaybolur. İnsan bütünüyle sevebildiğinde yanlış, kusur, hata göremez; bütünde gördüklerini olduğu gibi sever, yargılama ihtiyacı kaybolur. İnsan gördüğünü olduğu gibi kabul edip sevemediğinde, sevemediği parçanın bütüne katkısını göremediğinde yargılar. Bir tecrübeyi sevmeye ne kadar uzaksa, yargılamaya o kadar yakındır. Yargılamaya ne kadar yakınsa, yargıladığı tecrübeyi yaşamaya da o kadar yakındır. Karma budur.
Sevgi ve bütünlük
Sevgi içeriden sonsuzluğa doğru akar. İnsanın sevgisi, kendini sevebildiğince sonsuzluğa açılır. Yargı, sevginin akışını keser. Yargı olmadığında, insan sonsuzlukla bir bütün olur. Her şeyin ve herkesin kendi yansıması olduğu sonsuzlukla bir bütün olur. Kendisine olan sevgisi, kendi yansımalarına duyduğu sevgiyi getirir. Ayrım yoktur. Sonsuzluktan sevgisini verebildiği her şey, kendisinin bir parçası haline gelir. Sevgisi genişledikçe, yargıları yok olur. Yargılayacak bir şey bulamaz. Kendisinin ve diğer insanların tecrübelerini sevgiyle kabul eder. Başkalarının hayatlarına karşı yargıları yok oldukça, kendi hayatının merkezine yönelir, kendini bilmeye yönelir. Böylelikle kendi hayatını nasıl yaşaması gerektiğini keşfeder.