Acıların olgunlaştırdığı ve meyve veremeyen Türk Gençliği’yiz biz. Günlük rutinlerimize eklenen hayal kırıklıkları, kalp sancıları içimizde kalan son umut kırıntılarını da süpüren sevgisizlik durumu ile gidiyoruz gündüz gece… Omuzlarımızda bu yolda kurban verdiklerimizin ağır vicdani yükü, kaburgalarımızda yıkılan değerlerimizin molozu, durma noktasına gelmiş akıllarımızda ise çılgın ünlemler ve soru işaretleri ile işte biz yeni Türk Gençliği’yiz. Bilmiyoruz ne haldeyiz ve hatta hangi yöne gittiğimizi de bilmiyoruz. Yalnızca mağlubiyeti kabullenememiş olmanın verdiği sıkıntılarla, sancılarla gidiyoruz gündüz gece. Ne zaman meyve vermek adına silkelenmeye kalksak yağmursuz nefret bulutlarının sert yıldırımlarıyla yıldırılmaya çalışılıyoruz ve tekrar tekrar kısırlaştırılıyor benliklerimiz, ayrılıyor ellerimiz.
Elbette tüm bunlar tezahür ederken birinci vazifemizi unutmadık. Yalnızca üzerimize atılan korku kaynaklı ölü toprağından kurtulmayı başaramadık hepsi bu. Bizleri bir yanılgı labirentine hapseden cehalet duvarları oldukça yüksek ve etrafı dikenli tellerle kaplı belki. Ama isterseniz sanki bugünler için yazılmış olan hitabemizi bir kez daha gözden geçirelim. Gözden geçirelim ki, tüm soru işaretlerinin anahtarı niteliğinde 20 Ekim 1927 tarihinde yazılmış bu denli büyük ve bu denli doğru olan yegane öngörü ile ihtiyacımız olan umut yağmurlarına kavuşalım.
Her kelimesi aydınlatıcı, her kelimesi arındırıcı…
Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi;
Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyet’i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyet’ine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr-ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyet’ini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!
Mustafa Kemal Atatürk;
Bu hitabe sana ve bu hitabe bana, iki kapılı bu handa el ele verip, cehalet labirentinden kurtulmamız için en güzel öğüttür. Benliğimizi tekrar hatırlayalım, ne kadar sevildiğimizi unutmayalım diye esaslı bir baba gibi tüm çocuklarının geleceğini de vefatından önce düşünmüş Atamız’ın her kelimesi damla damla yüreklerimizi ferahlatacaktır. Omuzlarımıza, kalplerimize ve zihinlerimize hükmeden tüm karanlık korku bulutlarını uzaklaştıracak, onun masmavi gözleri evlatlarının yolunu aydınlatan gökyüzü olacaktır. Bu en kıymetli vasiyeti yerine getirmek bizlerin yegane görevimizdir artık.
Bu gerçek ışığında tekrar yolunu bulacak olan bizleri elbette kolay günler beklemiyor. Ama hatırladık ki bizler aslında çok seviliyoruz ve el ele tutuştuğumuzda önümüzde durabilecek hiçbir engel yok. Güneş ufuktan doğarken bizlere de durmadan, yılmadan en ışıklı yoldan yürümek düşecek. Bunu daha önce başardık ve yine başarabiliriz. Kafamız karıştığında rehberimiz hitabemiz olacaktır.