Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

Nefes’siz Kalmak

Neden nefes almayı unutuyoruz? Hayata geliş amacımızla nefessiz kalışımız arasında bir bağ var mı? Kim bizi yolumuzdan alıkoyuyor? Tüm olan bitene biz mi izin veriyoruz? Evrende bir denge varsa benim nefessiz kalışım, kime nefes oluyor? Ondan kendimi çekersem, o da benim gibi nefessiz mi kalacak?

Sorular çoğaltılabilir hatta sorulardaki nefes yerine yaşadığın her türlü duygu ya da korkunuzu ekleyebilirsiniz. Bugün nefesi anlatalım biraz ne dersiniz. Nefesi unuttuğundan beri kendisini de bir türlü hatırlayamaz insan. Çocuk büyümeye başladığında iki şeyi öğrenir biri korku diğeri nefesini tutmak. Nefesini tutunca tüm kötülüklerin gideceğini düşünür ve içine sırılsıklam dolanır ve kendisi bile duymaz olur nefesini… Köşeye sıkışmış hissetmez çocuk bilmez o köşeleri ama bilir korkunun nefes kesen bir şey olduğunu.

İlk nefesimi ne zaman tuttum diye düşündüm açıkçası bulamadım. Korkuysa her anı korkuyla işli coğrafyalarda büyüdüm. Şiddetin meşrulaştığı coğrafyalarda yorgan altına gizlenmiş karanlıkların yüksek rakımlarında oksijensiz kalmışlığım çoktur. Mağaraların derinliklerinin nefessiz bıraktığını bilmeyen bir çocuğun kendi kazdığı çukurların içine doluşan damlalarla boğulmuşluğuna çok şahitlik etmişimdir. Dedim ya her çocuğun bir öyküsü vardır kara kitabında…

Kıstırılmış yaşanmışlıklar, mandalla askıya asılan yarınlara benziyor. Acısını daha çok hatırlaması bu yüzdendir. Nefesinin her seferinde kesilmesi, yüreğinin ağzına gelmesi, boğazına yumru yumru hikayelerin dizilmesi de bu yüzdendir. Bu kadar karamsar olmayalım değil mi? Oyun oynarken de nefesini tutar çocuk, sanki o an zamanı durduracağını düşünür. Çok sıkışır tuvalete gitmesi gerekir ama oyunu bırakamaz yine tutar nefesini içinde taşan şeyleri sakinleştirmek için. Öğrenilmiş ve öğretilmiş bir haldir nefesin tutulması… Böyle böyle başlar, içimizde çoğalan karanlıkların hükümranlığı. Böyle yerleşir zihnimizin kuytularına zehirli düşünceler. Oksijeni az, karbondioksiti bol bir hayata merhaba der. Tıpkı oksijensiz bıraktığı dünyası gibidir içindeki halleri de… Belki burada içeride olan ne varsa dışarı da ve dışarıda olan ne varsa içeride diyebiliriz.

İnsan çocuğu oyunu terk etmemek için tuttuğu nefesi ile hem kendi içinde bozguna uğruyor hem de tutamadığı idrarı ve dışkısı ile dışarıyı kirletiyor. Al tut, ver tut ve sonra bırak… Büyüdüğünde almayı ve tutmayı hatırlıyor insan çocuğu, alıyor ve tutuyor… Tuttuğu her şey bir çöp dağına dönüşüyor, nefesi kokuyor, düşünceleri kopuyor ve mandalın ucunda unuttuğu yaşanmışlıkları küf tutuyor içinde bir yerlerde ve o kokuya öyle alışıyor ki kokudan habersiz yaşamaya başlıyor.

Nefessizdir insanın hikayeleri, içi bol sarımsaklı yoğurda benzer, biraz da çemenli pastırmaya. İçeri düştüğünde değil, orada durduğunda başlar bedenin etrafını sarmaya kokusu ve nefessiz bırakır çevresini. Kendisine değildir eziyeti, çevresini de dahil eder kendi içinin kokuşmuş yalnızlığına. Öyle acır ki kendisine, acısının acısıyla büyür çevresindeki acılar. Her acısı bencildir ve acısıyla da mutludur insan.

Nefesiyle büyür fakat bilmez bunu. Nefesiyle düşünür fakat bunu da hatırlamaz. Nefesiyle güçlenir ki zayıflığının sebebinin nefes olduğunu öğrenemeden ölür gider. Kendisine o kadar yoksul kalır ki zenginliği düşler durur. Korkusunun esir aldığı nefesini özgürleştiremedikçe zengin olamayacağını öğrenemez ve fakirliğin kaderi olduğunu mıh gibi kazır inancına.

Nefes almayı bazen de bilerek unutur insan, parayı düşünür, işi düşünür, aşı düşünür, evi düşünür, sevgiliyi düşünür, düşünmeye devam ettikçe soluksuz kalır ve derin bir nefes çekme ihtiyacı hisseder. O kadar çok nefes çeker ki içine verdiğinde rüzgar çıkar içinden. Fırtınadan arta kalan rüzgarın rahatlığını yaşar bir süre. Sonra yine unutur nefesini bir dahaki derin nefes alıp vermeye kadar. İçi darlanır efkardan kederden, kısar nefesini, doldurur kadehini, yükler tasasını oturur camın kenarına açar türküsünü, köz olur içi ve yanık yanık söylenir durur. Arabeske döner bu yazı ama insanın da yaşamı arabesk değil midir? En mutlusunun bile mutsuz olduğu milyonlarca hikayesi vardır. Çok sayıda insan ile nefes çalışması yapmıştım, nefes almadıklarını hatta alamadıklarını fark ettiklerinde çok şaşırmışlardı, “Nasıl yani ben doğru nefes alamıyor muyum?” sence alıyor musun? diye gülmüşümdür çoğuna. Günler ve haftalar sonra arızalı nefes alanlarla sohbet ettiğimde halen aynı şekilde devam ettiklerini söylediler, “zormuş normal nefes almak” halbuki en kolay şey nefes almak, kendiliğinden gerçekleşiyor ve insan onun farkında bile değil. Farkında olmadığı şeyi kaybetmesi kadar olağan bir şey olamaz değil mi?

Neyse bunlar uzun hikayeler ben zaten yıllardır anlatıp duruyorum, korkularınızın esiri olmayın diye. Korkularınızın esiri olup, tüccarlara yem olmamanız gerektiğini de arada dipnot olarak düşüyorum. Duygularınız siz olabilirsiniz ama siz duygularınız değilsiniz, o yüzden abartarak onlar olmaya çalışmayın. Duygu dediğiniz şey korkuyla kardeştir ve sayısı da bellidir. Dünyada her insan çocuğu ve insan kadını ile erkeği yaşar bunları, bu yüzden kendinizi özel zannetmeyin. Her ne halt yiyorsanız kendinizi tüketen, onu bırakın ve doğru düzgün bir hayat yaşamayı seçin. Kendi aptalınız olmayın, hayat zaten akıllı bir düzende ilerlemiyor biliyorsunuz, onu toplum denen şey sürekli bozup duruyor. Siz de kendinizi o arızalı toplumun ayarları ile dönüştürmeyin ve değiştirmeyin.

Şimdi oturun bir yere insan gibi, elinizi koyun karnınıza üç beş nefes alıp gülümseyin kendinize… Sonra da bir iyilik yapın ve doğru nefes nasıl alınır? Nefes ile stresimi ve korkumu nasıl yönetirim? Nefes ile nasıl mutlu olurum? diye sorular sorun da cevaplarınızı alın Google hazretlerinden. İnternet, dizi film, yemek tarifi, maç sonuçları ve haber okumak için kullanılmıyor sadece arada bir kendinizi güzelleştirecek (makyaj ve estetikten bahsetmiyorum) şeyleri de arayıp bulun ve uygulayın… Nefesi bol bir yarınınız olsun,

Exit mobile version