Doğduğumuz topraklar, üzerimize sinmiş koku gibidir. Gittiğimiz her yere onu götürürüz. Nasıl bir hikâyeyle, nasıl bir aileye doğduğumuz, ilk adımımızı nasıl attığımız, devamını nasıl getirdiğimiz, neyle karşı karşıya kaldığımız, bunu nasıl yanıtladığımız da böyledir. En çok, nasıl yanıtladığımız…
Geçmişi değiştiremeyiz; bununla birlikte geçmişi iki farklı şekilde ele alabiliriz. Bugün bize ne kadar daha geniş bir pencereden bakma şansı tanıyor, bunu düşünebiliriz ya da içine sıkışıp kaldığımız tüm kötü şeyler için onu suçlayabiliriz.
Kimimiz annemizin bize göstermediği şefkatten kimimizse babamızın bize göstermediği yakınlıktan yakınırız. Bunu yaparken kendimize gösterebileceğimiz şefkat ve yakınlıktan mahrum kalırız.
“Gönül ne kahve ister ne kahvehane
Gönül muhabbet ister, kahve bahane”
Hiç kolay değildir çok kez, eksikliğini hissettiğimiz bir şeyi, bize onu hissettirmiş olandan ayrıştırıp kendi içimizde tamamlamak. Hislerimiz, ihtiyacımız olanı anlama konusunda bize rehberlik eder. İlişkiler, bu duyguların görünürlük kazandığı sahnedir. İlişkide olduklarımızı da kendimizi de yormamamız gerekir.
Bize kendimizi anlama konusunda yardımcı olanlara teşekkür edebilmeliyiz. Yoksa kendimizden bihaber olurduk. Bu ister bir sevgili olsun ister bir dost, ister bir aile üyesi ister bir akraba, ister bir iş arkadaşı ister sizden hizmet alan biri… Her biri bize kim olduğumuzu, neye ihtiyaç duyduğumuzu, neyin bize fazla neyin az olduğunu anlama şansı verir. Bunu değerlendirmek ve bu yolculukta, yol arkadaşımız olanı onurlandırmak önemlidir. Kesişen yollar, Yaradanın bize “Senin yanındayım.” deme şeklidir, hatırlamak gerekir.