Sokakta yaşayan insanları, hayvanları hepimiz görüyoruzdur.
Çoğu zaman başımızı çevirir geçeriz, insanlığımızdan utandığımız için mi acaba?
Yoksa kibirden mi?
Parkta köpeğinin kakasını alıp, torbasına koyuyor iyi bir vatandaşlık görevi yapıyor.
Ama köpeği sokakta yatan insanın yanına gittiğini görünce; ‘’Gitme o adamın yanına hastalık kaparsın’’ da diyor aynı insan kızı ya da oğlu.
Bunu otuz beş yıldır sokaklarda yatan Alaattin Beye söylüyor.
Aşağıda videoyu izlerken kanım dondu.
Sizi bilmem ama ben utanıyorum insanlığımdan bazen.
Sokakta yatan insanları, hayvanları muhtaç görmek içimi acıtıyor.
Geçmiş yıllarda onların yanlarına gidemezdim bu sebepten ötürü.
Sebep tiksinti ya da küçük görmek değildi. Çekinirdim, utancımdan ne diyeceğimi bilememekten dolayı yaklaşamazdım.
Bir de anne babalar çocuklara sürekli der dururlar ya;
‘’Sokak tehlikelidir’’ diye birazda bunların etkisinde kalıyoruz sanırım.
Aslında asıl tehlike en dibimizde, etrafımızda, akrabaların içinde bence.
Çocuklar, kadınlar nasıl tacize uğruyorlar?
Sokakta yaşayanlar mı bunları yapan?
Bu soruları sorup duruyorum kendi kendime. Ve tabii ki tüm cevapları eninde sonunda kalbimden buluyorum çok şükür. Ama artık rahatça evsizlerin yanlarına sohbete gidebiliyorum.
Hatta bunu kırmak için bir girişimde bile bulundum.
Çalıştığım hastanenin, bahçesinde kalan iki vatandaşın yanına gidip
Biraz sohbet edip, bir şeye ihtiyaçları olup olmadığını da sorabildim.
Üzerimde formam olduğu için, hemşire olduğumu da görmüşler, bana daha da bir güven hissetmişlerdi.
”Hayır hiçbir şeye ihtiyacımız yok sağ olun” demişti daha genç olanı.
Çay getireyim mi? Dedim.
”Hayır! bizim var burada.” Dedi. Hastanenin içine girip, su kaynatıp çay demlemişlerdi.
” Sizin bir şeye ihtiyacınız var mı?” dediğinde yerin dibine girmiştim, hiç böyle bir soru beklemiyordum. Ama gerçekten tüm içtenliğiyle sorduğunu gördüm o yeşil yeşil bakan gözlerinde.
Ve tekrar görüşürüz deyip ayrıldım oradan. Böylece onlardan çekincem de gitmiş oldu.
Şimdilerde sokakta yaşayan insanları gördüğüm vakit, sohbet edip, elimden bir şeyler geldiğince yapmaya çalışıyorum.Bundan dolayı izlediğim bu videoyu sizlerle de paylaşmak istedim.
Neden derseniz?
Alaattin Bey çocukluğunda yaşamış olduğu sevgisizliği, güvensizliği, terkedilmişliği anlatıyor.
Evet, çocukluk asla büyümüyor, duygular hep hafızada kalıyor.
Ruhu örselenmeyen çocuk var mıdır?
Bunun için illa büyük travmalar olması da gerekmiyor.Ufacık şeyler bile çocuğun küçük dünyasına çok büyük gelebiliyor. Bir de derin yaralar alan çocukları hiç düşünmek istemiyorum.
Her ne kadar, çocukken yaraları derin olan insanlar oluyorsa da bu yaralı çocukların içinden büyüdüklerinde merhametli, iyi insanlar da çıkabiliyor.
Babası katil diye çocuğu da katil olmuyor.
Ya da geçmiş atalarından gelen dürüstlük, sanatsal faaliyetler de çocuğa geçmeyebiliyor ve katil olabiliyor.
Yani her şey söylenildiği gibi olacak değil.
Her şey de illaki geçmişten gelecek de değildir.
Kişinin gayreti, çabası, yaptığı iyi işler de geçmişini silebiliyor ve hayatını değiştirebiliyor insanın.
Bu videoyu siz de baştan sona izlemelisiniz.
Yüreğiniz dayanır inşallah izlerken.
Ne günahı var çocukların? Soruyorum size.
Anne babanın yaptığı yanlışların bedelini yavruları mı ödemeli?
Çocukken bana yapılan duygusal, sözsel, fiziksel tacizlerin sorumlusu ben miyim?
Ya da milyarlarca çocuğun istismara uğramasının sebebi, o çaresiz çocuklar mı?
Hayır değiller.!
Hiçbir çocuk sorumlu değil. Çocukken masumiyeti alınan bu insanlar, yetişkin oldukları vakit de hep kendilerini suçlar dururlar.
Çünkü bir çocuk ne olduğunu anlayamaz adı üstünde o çocuktur zaten.
Masumdur.
İçine atar da atar tüm yaşananları.
Bu suçluluk yakar kavurur çocuğu. Bir şeylerin yanlış olduğunu, ezilmişliğini, acısını, haksızlıkları hisseder ama ne olduğunu anlamlandıramadığı için, içten içe ölürler. Sessiz çığlıklarını kimseler duymaz.
Hayal görmüşsündür der geçerler.
İnanmaz kimse o minicik bedendeki, kocaman bilge ruha.
Yetişkin olduğunda da insan anımsayamaz çoğu zaman çocukluğunu.
Bir gün hatırlatan şeyler olduğunda, karşısına çıkar o geçmişin görünmeyen karanlığı.
Aslında tüm duyguları insanın geçmişte olan travmalarının izleridir.
Yani duygular ana değil geçmişe aittir.
Bunların izleri bedenin her hücresine kazınır.
Hisler, sadece şimdiye aittir.
Zamanla hissetmeyi de unutur insan.
Şimdi de kalamaz ki, hisleri hissetsin. Geçmişte yaşıyordur hep.
Aksine hissizleşir ki yaşadıklarından kaçabilsin.
Taş kalpli , duygusuz dediğiniz birçok insan, geçmişinin benliğine belki de kurban olmuştur.
Kurban rolünde olduğunun bile bilincinde değildir belki de ha ne dersiniz?
Lütfen herkesi yargılayıp durmayın. Herkesin bir hikayesi vardır.
Belki de anlatılmayı bekliyordur bu hikayeleri, dinlenilmeye hasret kalmışlardır…
Kim bilir ki?
İşte hiçbir dinleyicisi olmayan bu insanlar gittikçe kaybolurlar.
İstismar, işkence, dayak her ne yaşadılarsa , derilerinden iltihap akmaya başlar.
Çıbanlaşır bu cerahatler, pansuman yapacak birilerini arar da ararlar.
Sevilmek, kabul görmek arzusuyla yanıp tutuşurlar.
Neden? Çünkü çocukken zaten sağlıklı sınırları delinmiş, yanlışı doğruyu ayırt edebilecek hallerde olamamışlardır, ondan dolayı savrulur giderler hayatın içinde.
Kendilerini ezalandırırcasına, hayata kinlenirler ve yanlış ilişkilerin cehenneminde kalırlar.
Benliğinin kurbanı olurlar ve artık kaybolmuşlardır.
Ta ki bir gün biri gelip de;
”Bunlar senin suçun değil, sen bir çocuktun, bunları yapanlar suçludur” diyene kadar, cehennem ateşlerinde yanar dururlar.
Benim de canım çok yanmıştı. Ondan bilirim bu cehennemi. Psikoloğum ile karşılaşana kadar da kor alevlerde ruhum yanıp durmuştu ızdıraptan.
Karşıma, kişisel gelişimcilere ve Reiki eğitmenlerine, yönlendirmek isteyen insanlar da çıkmıştı ama ben gitmek istemedim.
Sonraları kendi kendime bir şeylerin içinden çıkmaya çalıştıkça yollarım açıldı.
Kederim, daha da çok çıkmıştı su üstüne, yılan bile olsa sarılacak haldeydim.
O zamanlarda bir arkadaşım, nefes koçu ve reiki öğretmeni bir hanımın tanıtım seminerine davet etti.
Ben de aniden düşünmeden gittim. Semineri dinledim.
Tanıtım bitince, oranın sahibi olan hanımın yanına gittim.
Mutfakta sigara yakmış oturuyordu.
Daha önceden de biraz konuşmuştuk onunla.
Bundan cesaret alarak sohbet etmeye başladım.
Çocukluğumda yaşamış olduğum tacizden bahsettim.
Hepsini anlatmadım bile olanların. Azıcık bahsedebildim. Birkaç soru sordum.
Bana dumanını üfleyerek cevap verdi.
”Kim bilir daha önceki hayatında ne yaptın?” dediğinde dünya bir kez daha başıma yıkılmıştı.
Zaten bir dipsiz kuyuda battıkça batıyordum.
Hiç böyle bir şey duymamıştım ömrü hayatımda.
Nasıl bir cevaptır bu?
Hiç mi empati yapamazsın?
Hiç mi üzülmezsin?
Karşındakinin acısını hissedemiyorsan, o anda empati yapıp anlayamıyorsan, insan olmanın ne anlamı kaldı?
Çünkü empati koltuğunda birkaç dakika da olsa oturursun, karşındakinin duygusunu anladığını, hissettiğini belli edersin, sonra o empati koltuğundan kalkıp devam edersin işine değil mi?
Neyse ben de safça soruverdim. “Hangi hayatlar” diye.
Geçmiş hayatlarında bir şeyler olmuştur , bunun karmasını yaşıyorsundur deyince de iyice şok oldum.
Ben bir tek bu hayatımı biliyorum, o da kim olduğumu bilmiyorum zaten kayıp haldeyim.
Siz neden söz ediyorsunuz, hiç anlamadım derken sesim titremişti.
Rüya mıydı bu?
Kimse yok mu beni uyandıracak acaba diye şaşkınca bakındım etrafıma.
Birkaç kelam edip gergin bir şekilde ayrıldım oradan.
Neyse daha sonraları işin ehli insanlar çıktı karşıma.
Birey olabilmiş bir psikoloğa bile denk geldim. İyi ki de kesişmiş yolum bu güzel insanla.
Kişisel gelişim ve enerji ile çalışan insanlardan da psikoloğum uzak tuttu beni.
Sadece onunla terapi de kalmam içindi bu tabii ki.
Sanırım kafam ve enerjim karışmasın diye bunu istedi
Bana da mantıklı gelmişti bu isteği. Yoksa kabul etmezdim.
Enerji çalışmaları almak istediğim zaman da herkesten alınmayacağını, iyice tanıyıp, görüp, araştırıp yüz yüze bulunmam gerektiğini de zamanla öğrendim.
Hiç tamımadan internet ortamından bu çalışmaları alan dostlarım vardı ve dengeleri bozulmuştu o yıllarda. Kendim de dikkat ettim hep bunlara.
Bu seçimleri yaparken, işinde uzman olan ve kendisini, egolarını iyileştirmiş birileri olması gerekir sevgili okurlarım.
İster psikolog ister enerji uzmanı, ister kişisel gelişimci, ister doktor, ister hemşire her ne meslekten olursa olsun birey olan kişiler olması çok önemli.
Ne demek birey olmak?
Geçmişini, olumsuz duygu ve düşüncelerini iyileştirebilmiş, kabul edip yoluna devam edebilmiş, içindeki çocuğu ile barışmış olgun insan demektir.
Yani ruhsal olgunluk, tekamül yollarından geçmiş kişi. Bir gün herkes o olgunlukta olsun inşallah.
İşinin de ehli ve uzmanı olması önemli tabii ki.
Rahmetli Doğan Cüceloğlu hep yazılarında bu birey olan insana değinmiştir.
Der ki: “ Toplum çocuk bilincinde kalmıştır.Trafikte etrafınıza bir bakın, herkes beş yaşında bir çocuk gibi davranıyor. Sinirli, aceleci, sürekli kornaya basan sabırsız çocuklar.Lütfen birey olabilmiş, çocuğun duygularını büyütebilmiş, psikolog bulun kendinize, bulamazsanız da benim ‘’İçimizdeki Çocuk Kitabını okuyup alıştırmalar yapın’’
Ben de aynı şeyi söylüyorum sizlere. Hayat yolculuğunda insan deneyimleyerek birçok şeyi öğreniyor. Kararlarınızı alırken dikkat etmek gerekiyor.Sizin seçiminiz önemli olan.
Hepiniz değerlisiniz.
Siz, siz olun kendinize sahip çıkın.
Etrafınıza duyarlı olun. Sokaklarda yaşayan canlara bakmadan geçmeyin.
Bir tas çorba, bir tas su, mama bırakmaya çalışın. İmkanınız ölçüsünde ne geliyorsa elinizden onu yapın lütfen.
Önemli olan duyarlı olmanız. Empati yapabilmeniz.
Bu empati de dozunda tabii ki yapılmalı.
Onun da cılkını çıkarıp kendinizi helak etmeyin.
Suçluluk duygusuna girmeden, ne yapacaksanız yapın.
Ama lütfen beklentisizce yapın.
Sevgi’yi de dışarıda değil, içinizde arayıp bulun.
Hissedin ve içinizdeki çocuğun umudu hep olsun.
Sıkıca sarılın varlığınıza.
O, orada sizi bekler.
Yuvaya yolculuk başladı, keyfini sürerek yolculuk edin.
Yola çıkın, yol açık olur nasılsa.
Yeter ki çaba gösterin ve eyleme geçin.Yoksa emeksiz olmaz.
Işıl ışıl ışıldayan ruhunuza kavuşmak ve
O çocuk masumiyetinizi geri alabilmek içindir her şey.
Buna değmez mi hiç?
Değer hem de çok değer.
En değerliniz Ol’ana
Aşk’a dönüştür bu yolculuk…
Yuvaya, özlem çektiğiniz evinize….