Günlük yaşama ilişkin olaylar zincirinde, kafamıza takılan, hatalar, pişmanlıklar, karşımızdakinin söz ya da davranışlarını zan yolu ile değerlendirmeler, gelecek endişeleri, beklentilerin gerçekleşmeyeceğine dair korkular, atıl hissetme, aldatılma, terk edilme, hastalanma ve kaza kuruntuları, fobiler, sevdiklerimize zarar gelmesi gibi düşüncelerle, daha birçok örnek olgu; içgüdüsel, travmatik ve bilişsel kaygılarımızı ortaya çıkarmaktadır. Dış dünyamız veya iç dünyamızdan kaynaklanan bu uyaranlar, bazen hafif, bazen de güçlü gerilimlere neden olurlar.
‘İçgüdüsel Kaygı’ hayatta kalmamıza yönelik tehdit veya tehlikelerden kaçma istemi gerektiren doğal bir itkidir.
‘Travma Kaygısı’, psikolojik duyarlılık ve kırılganlık içeren yaşam deneyimleriyle gelişir. Örneğin; terk edilme, yakınlarını kaybetme, ölüm korkusu, güvensizlik, kötü davranışa maruz kalma veya aldatılma gibi hallerin başına bir kez geldikten sonra, tekrar bazılarını yaşama endişesidir.
‘Bilişsel Kaygı’ ise, uçağa binme korkusu gibi, tamamen içgüdüsel bir tehdit hissi altında başlayarak, çeşitli korku sahnelerini kapsayan düşüncelerle büyütülür.
Kimi yerde, endişe bilişseldir. Yani, gerçekleşmemiş yaşam tablolarının öngörülmesine dayalı bir geleceğe bağlanır. Zihnimizdeki’ Ya eğer?’ veya ‘Ne olacak?’ gibi sorular. ‘Hata yaptın’ veya ‘Senin suçun’ gibi örnek yargıları içerirler. Baş edememe kaygısı, risk alma korkusu gibi huzursuzluk duyguları, daima dikkatin meşgul olmadığı, boş kaldığı ve zihinlerin rasgele bir ”iç ses” olarak, bireyin kendisi ile düşünsel bir sohbete giriştiği anlarda yükselirler. Davetsiz düşünceler, anılar, görüntüler süreklilik kazanırsa, gaipten gelen emirlere dönüşebilir veya depresyona sürükleyebilir.
Kimi insanlar ısrarcı, yarar sağlamayan takıntılı düşüncelere saplanırlar. Vicdanın sesi, aklın sesi, ya da sıklıkla şeytani kaynaklı sanılan, çoğu baskılanmış travmalardan kaynaklanan zihin sesleri farklıdır. Obsesif-kompülsif bozukluk tanılı hastaların ve şizofrenlerin, iç ses ile olan sıkıntıları da ayrı değerlendirilir. Vesvese ise, rahmani olmayan bir kaynaktan, şüphe, kuruntu, fısıltı gibi ardarda yüklenen ve kalpte kötülük oluşturan, hayırsız gizli sesler anlamına gelir.”Nefsin vesvesesi” olarak anılanlar; bir insanın, gönlünden geçirdiği gizli duyguları, küfrü veya sapkınlığı düşünmesini, kısacası batini şuur durumlarını içerirler, bir örümcek ağı gibi sarabilirler, ancak irade gücü ile yok edilirler.
Özgürlük ve mutluluk, yerini; güvensizlik, başarısızlık, reddedilme korkusu ve gelecek üzerine tasarlanmış korkulara terk ederse, kaygılarla fobilere neden olan düşünce kalıplarını tanımlayarak, “onları rasyonel ve olumlu fikirlerle değiştirmek”, aklımızın sürekli kendisiyle sohbet etmesinden uzaklaşmak, onu bir ölçüde susturmak için, tıpkı meditasyon yapar gibi, bir konu hakkındaki endişenin en başına gitmeye çalışarak, bunun içinizde nasıl oluştuğunun farkına varmanız gerekmektedir.
Düzenli soluk alıp verirken, sadece düşüncelerimizin gözlemcisi olarak, onlarla aramızda boşluk açmak, bunu genişleterek, sakinliği kucaklamak, soyutlanarak, sükuneti bedene yaymak, aklımızın; bulutlar dağıldıktan sonraki parlak mavi bir gökyüzü gibi açık olduğunu hissetmeye çalışmak önemlidir. Kaygı veren düşünceler hala bir yerde durarak, kapı arkasından uzanıp bize baksalar da rahatsızlık duymadan, kendimizi varlığımızın sakin alanında merkezde tutmaya çalışmalıyız.
”Kafamızın içindeki ses” bizimle hep konuşur, yorumlar yapar. Ama bunu onaylanmaya çevirmek elimizdedir. Daima doğru olanları seçmekle başlamak huzurun ilk adımıdır. Hareketlerimizi gözlemleyerek, eleştiren, kimi zaman uykumuzu kaçıran, tereddüt ettiren, fikir değiştirten bu iç sohbet normaldir.
Genelde, dikkatimiz ne zaman meşgul olmazsa, zihinsel akışta aklımızda sürüklenir – hatta, rastgele ve istemsiz biçimde hücum eder, geleceğe ya da geçmişe dair düşünceler, şarkıların ya da konuşmaların parçaları, farklı gerçekler, hayaller gelir geçer. Ama bu zihinsel aktivite, tam manası ile “düşünmek” değildir. Zira düşünmek deyince, bilinçli bir kontrole sahip olduğumuz aktif öneriler sıralanmaktadır.
Endişe, özümsemiş olduğumuz bilgi parçalarını rasgele birleştirir, gerçekleşmemiş senaryoları hayal ettirir. Aklı düzensiz seslerle doldurur. Bunların bir kısmı, vicdani sorumluluklarımıza dairdir. Televizyon izlerken, kitap okurken, bir işle uğraşırken dikkat çoğu zaman zihnin dışına kayar, ama bu geçici bir rahatlama verir.
Aslında, kişisel ve içsel konuşma, bireyin kendi davranışlarını denetlemesine olanak tanıyan bir olgudur. Rahatsız edici gerçekleri kabul etmek zordur, bunları çarpıtmaya veya olduğu gibi bırakmaya çalıştığımızda, kendimizi aldatmakla uğraşmış oluruz.
En doğrusu, her hareket, düşünce, söz ve davranışımızı; iyiye, güzele, doğruya yönelterek, beklentileri azaltmak, aşırılıkları silerek, elinden gelenin en iyisini yapmak, affetmek, iç barışı, sevinci huzuru ve iç sesimizle olası en iyi diyaloğu yakalamaya çalışmaktır.
Son olarak, çocuklarımızla konuşma şeklimizin ileride, travmatik biçimde onların iç sesine dönüşebileceğini göz önünde bulundurmamız yararlı olacaktır. Kendi öz değerlerini kaybettirmeden; değerli ve zeki olduklarını hatırlatmak, teşvik etmek, disiplin sağlamak için olumsuz sözler yerine, olumlu dil kullanmak, çocuğun öz saygısı için büyük fark yaratacaktır.