Surete değil aslına aşıktım…Özüne, sözüne aşıktım. Daha önce gördüğüm hiçbir kurbağaya benzemiyordu. Beni anlıyor, dahası içimi ısıtan sözleriyle beni mest ediyordu. Aldım elime öptüm kurbağayı. Dönüştü bir prense. Yıllardır beklediğim aşk beni de bulmuştu işte! Belki de kurbağamı öperek aşkı ben yaratmıştım. İçim kıpır kıpırdı. Midemde kelebekler uçuyor, kurbağalar zıplıyordu. Bir de bitmek tükenmek bilmeyen bir özlem vardı. Ondan ayrı bir dakikamın bile geçmesini istemiyordum. Bu nedenle de gözüme inen perdeye, kafama taktığım duvağı, parmağıma geçirdiğim yüzüğü ekleyerek kombinimi tamamladım, evlendim. Artık masallar ülkesi dünya evine girmiştim.
Girdim girmesine ama dünya evindeki hesap benim çarşıya uymadı. Boşa koydum dolmadı, dolu zaten almadı. Prensimle aynı evin içinde yaşamak hayalimdeki gibi olmadı. Oysa, kendime henüz küçük bir çocukken “Annem gibi olmayacağım” diye söz vermiş, evrene de mesajımı göndermiştim. Ama evren okundu diye geri bildirim vermediği gibi, mesajımı da mabadından anlamıştı. Araya karbon kağıdı koyup, beni herşeyimle en çok da bahtsızlığımla birlikte kopyalamışlardı sanki. Annem, babamın etrafında döner, çekip çevirir, tüm evi hatta hayatı sırtlar yine de yaranamazdı. Annemden beter olmuştum. Dünya evine girince, geçmiş yaşamımdaki tüm data silinmişti de bana yeni program yüklemişler gibiydi. İşten yorgun argın gelip, iki kişi için çorbasından, ana yemeğine, salatasından mezesine kadar çeşit çeşit yemek yapıp, sonra da gece yarısına kadar mutfağı ve evi temizlerdim. Her gün, prensim mışıl mışıl tüm naifliğiyle uyurken ben salondan meyve tabakları, kirli bardak, kuruyemiş döküntüsü toplardım. Yatak odasında yere sıyrılıp atılmış kirliler, bir de salonun orta yerine fırlatılmış çoraplar vardı tabii. Hele haftasonları…Tek bir gün izni olan bir prenses olarak yaşamak çok zordu. Prensimle gezeyim mi temizlik mi yapayım seçeneğinden hep ikincisini seçmek zorunda kalırdım. Böylece hafta içine temiz ve düzenli bir evle başlayarak diğer hafta sonunu getirirdim. “Hayat müşterektir.” lafından prensimin haberi mi yoktu yoksa bu cümle benim dünya evine uğramadan teğet mi geçmişti bilemiyorum.
O gün öyle bir gündü ki aşık olduğumda gözüme inen perde kalktı. Baktım ki benim prens hala kurbağaymış. Dünya evinde daha fazla kalmaya niyetim yoktu artık. Pılımı pırtımı topladım, kurbağayı da dağıttıklarını da geride bırakıp oradan ayrıldım.
“Ama anneanne o masal öyle değil ki. Prenses öpünce kurbağa prense dönüşüyor ve ömür boyu mutlu oluyorlar.”
“Hayır yavrum öyle değil. Kurbağalar sırf prenses öptü diye prense dönüşmezler. Kurbağa kurbağadır, prens prenstir.”
“ Masal böyle mi bitecek yani anneanne?”
“Masalını kendin yazacaksın güzel kızım. Prens bulmak uğruna kurbağa öpmene gerek yok. Zaten bir prense de ihtiyacın yok. Sen önce kendini bulacaksın.”