Her Çocuk Özeldir…
Bir çocuğu özel kılan; akademik veya duygusal zekası değildir. Bir çocuğu özel kılan, sahip olduğu bir yeteneği veya dış görünüşü de değildir.
Bir çocuk ya da insan; sadece var olduğu için sevilmeyi hak eder. Çünkü kimse bu dünyaya tesadüfen gelmez, hiçbir şeyin sebepsiz olmadığı gibi.
Ve her dünyaya gelen, sadece “bir” tanedir. Hiçbir canlının eşi benzeri olmadığını bilmek bile, her insanı veya her çocuğu özel kılmaya yeter. Bu bilinçle ebeveyn olduğumuzda, sahip olduğumuz çocuğa bakışımız da değişir. “Sahip olduğumuz çocuk” cümlesini dahi, artık kuramaz hale geliriz. Yine benzersiz ve “tek” sıfatıyla dünyaya gelmiş bir varlığın, bu dünyaya gelişine sadece aracılık eden varlıklar olduğumuzu idrak ederiz birden. Başlangıçta, O’na karşı; seven, seyreden, destekleyen, koruyan, kollayan, yönlendiren gibi roller üstlensek de, zaman geçtikçe bu roller, yerini sadece seven, seyreden, destekleyene bırakır.
Bırakmalıdır da. Zira O’nun “kendi”ne münhasır bir varlık olduğunu, ne kadar çabuk fark edersek, o kadar hızlı “kendi” olmasına da tanıklık ederiz. Bunun için en çok ihtiyacı olan şeyse; sevilmek ve desteklenmektir. Eleştirmeden, yönlendiriyorum adı altında baskı yapmadan, kendi tercihlerimize onu hapsetmeden sevmek…
Bir çocuğun dünyaya geldiği ailenin, sevme, destekleme, olduğu gibi kabul edip seyredebilme yeteneği ne kadarsa, o aileye mensup çocuğun da sevme, destekleme, insanları olduğu gibi kabul edip sakince seyredebilme yeteneği o kadardır.
Ya da en az o kadardır demek daha doğru olur kanımca…
Çünkü çocuk, sevmeyi ve sevgisini ifade etmeyi annesinden, babasından, ailesinden öğrenir.
Karşılıksız, koşulsuz, beklentisiz, sıcacık, dokunarak, ifade ederek, kabul ederek, kimseyi ayırmadan, kırmadan, incitmeden, sınıf, ırk, din, dil gözetmeden, sadece var olduğu gibi…
Ve nasıl gördüyse öyle sever. Hem kendini hem de diğer insanları. Çocuk sevildikçe güzelleşir. Sevildikçe sakinleşir. Sevildikçe gerçek potansiyelini yaşamaya ve sergilemeye başlar.
Sevilen çocuğun yaratıcılığı artar. Her an sevildiğini bilen çocuk, dikkat çekmek için herhangi bir şey yapmaya gerek duymaz. Yaramazlık, haylazlık, tembellik lüzumsuzlaşır.
Ya da çekingenlik, yalan söyleme, korku ve içe kapanıklık…
Bir çocuğun özgüvenini oluşturan en etkili unsur, O’nu olduğu gibi kucaklayabilen ebeveynleridir.
O’nu “sonsuz kaynaktan” geldiği gibi kabul edebilen ailesidir.
Bir çocuğu hayata ve insanlara karşı güvende kılan, O’nun hayata ve insanlara güvenen rol modelleridir.
Çocuğunu sevmek için kendi ölçülerinde bir başarı bekleyen bir anne ya da baba çocuğunu koşullu seviyordur.
Çocuğundan kendi yapamadığı şeyleri bekleyen veya olamadığı gibi olmasını bekleyen ebeveynlerin, hayal kırıklığı yaşamaları da ne yazık ki çok şaşırtıcı olmaz. Ya da kendisinin yapabildiği şeyleri yapmasını beklemek de aynı derecede hüsran yaratabilir. Çünkü herkes tek ve biriciktir. İşte çocuğun bu özgünlüğünü yaşamasına ortam yaratmak, ilgilendiği alanları keşfetmesine yardımcı olmak, O’na her an ve koşulda çok sevildiğini ve desteklendiğini hissettirmektir, aslında ebeveyn olmak.
“-Sözümü dinlersen, bu sınavı geçersen, şu diplomayı alırsan, bu yarışı kazanırsan, böyle giyinirsen, şöyle davranırsan, şu işte çalışırsan, bu seçimi yaparsan doğrudur ve ben seni öyle severim, onaylarım yerine, “-Seçimlerine saygı duyuyorum ve her zaman yanındayım yavrum” diyebilmektir anne-baba olmak.
Bizler çocuğumuzu bile koşullu seveceksek, tüm dünyayı ne zaman ve nasıl koşulsuz seveceğiz?
Bizden farklı düşünenleri ve yaşayanları kabul edemememizin sebeplerinden biri de, bu şekilde yetiştirilmemizdir hiç kuşkusuz.
Diyelim ki böyle büyütüldük.
Diyelim ki istediğimiz kıvamda sevilmedik veya kabul görmedik.
Ama artık yetişkiniz. Madem öyle, şimdi biz kucaklayabiliriz annemizi, babamızı veya kardeşimizi. Biz kabul edebiliriz O’nu/Onları oldukları gibi…
Haydi, kim önce uyandıysa, O kucaklasın diğerini…
Eline mi yapışır sanki? O demlesin çayı.
Madem annen baban bilemedi ya da o bilinç de değildi.
Sen bil, sen ara, sen bul
Sen sev, sen kabul et.
Çok sev, çok kabul et.
Ve razı ol.
Razı olmak için artık sebep arama.
Kimse için değil,
Sadece kendin için
Sen değiş, sen dönüş
Ve dönüştür.
Ayrımcı zihniyetimizden özgürleşmeye gelin buradan başlayalım.
Bizim istediğimiz gibi evlatlar olmayan/olamayan çocuklarımızdan?
Veya kardeşlerimizden?
Ya da ebeveynlerimizden?
Hiç uzaklara gitmeden…
Sonra da artık, farklı inançlara, farklı kültürlere, farklı yaşantılara olan kabul ve tahammül yeteneğimizi geliştirmeye gelir sıra belki!
Ta ki çekirdek inançlarımızın değişiminin, çekirdek ailemizden başladığını fark etmekle, çok büyük bir adım daha atarız bu yaşam yolculuğunda…
Ta ki, artık annemizden, babamızdan, kardeşlerimizden ve evladımızdan, “sebepsiz razı” hissetmemize önceliği verene dek sürer, Onlarında bizden “razı” olmaları. “Sebepsiz razılık bilinci” ile atlarız, bir anda birkaç eşiği birden…
Bundan sonrası ise çok daha kolaydır. Arkası çorap söküğü gibi gelir. Yani boşuna değildir, bugünlerde birçok insanın, annesini, babasını affetme çalışmaları yapmaları, aile dizilimleri açtırmaları…
Annesine, babasına kızgınlığını bitirememiş insanlar, evlatlarıyla veya partnerleriyle olan ilişkilerinde yaşamaya devam ederler benzer çatışmaları, kimi zaman ne yazık ki.
Fakat her şey “bir”in yansımasını idrak edene kadardır. Bu kadim andan sonra, hiçbir çalışmanın anlamı kalmaz. Hiçbir ruhsal öğreti ve tekniğinde… Bütün teknik ve öğretiler, görevlerini başarıyla bitirmişler, amaca mükemmel bir şekilde hizmet etmişlerdir.
Ve nihayet; hiçbir şeyin aslında birbirinden ayrı olmadığını anlarız. Bu holografik evrende, görebildiğimiz her şeyin aslında, o eşsiz bütünün bir yansıması olduğunu idrak ediveririz bir kuantum sıçramayla.
Ne mutlu birden bire bu hakikati idrak edene.
Ne mutlu önce kendinden, sonra evladından, ailesinden, çevresinden, dünyadan, tanıdığından ve tanımadığından, geçmişinden ve geleceğinden, şimdisi için “sebepsiz razı” olana…