Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

İnsanın Yolculuğu VI – Okul

Bir önceki yazımızda “büyümek“ten bahsettik ve büyüyünce de yapmamız gereken ve zorunlu bir hale getirilen okul hayatı başlıyor. Okul, aslında ayrılıktır. Tüm varlıklar arasında sadece insana mahsus olan bir yere kapatılıp eğitilmek ve bilgiyi aktarmak, diğer canlılara göre bu eğitim süreci farklı şekilde işler. İnsan haricindeki tüm varlıklar, doğada kendi ortamlarında, deneyimleyerek öğrenir ve hayatta kalma mücadelesinde tek başına kalabilme gücünü elde eder. Oysa insan, daha çok, eritilerek hayata hazırlanıyor. Eğitim sistemi, insanın içindeki bilgeyi açığa çıkartmak için değil, daha çok hazır bilgileri yüklemek, prototip ve tek tip insanı modellemek için kullanılıyor. Yani öğretilen şeylerin birçoğu, yere düştüğünüzde sizi yerden kaldırıp dik bir duruş sergilemenizi sağlamaz, sadece itaat etmenizi ve ağlamanızı sağlar.

İnsan; okulda sadece aileden değil, kendisinden de ayrılmaya başlar… Bildiği ve deneyimlediği şeylerin yanlış olduğunu hissettirecek bilgi taarruzuna maruz bırakılır. İlk ayrışmayı okulda deneyimler insan. Kızı-erkeği, siyahı-beyazı, esmeri-kumralı, uzunu-kısayı, bileni-bilmeyeni, çalışkanı-tembeli, sevileni-sevilmeyeni, gruba dair olmayı-tek başınalığı ve daha birçok ayrışmayı yaşar. İnsan, diğer öğrenciler arasında, okul sıralarında ve öğretmen karşısında kendisini farklı görmeye başlar. Eğer aktif bir kişiliğe sahip değilse, arkadaşları arasında ezilir, horlanır ve yok sayılır ya da kendisini soyutlayarak, anne rahmindeki huzuru arayacağı köşelere çekilir.

 

Okulların; insana bilgiyi öğretmek üzerine varlığını sürdüren bir bina haline geldiği günden beri, insanoğlu daha derin ve büyük arayışlara girmiştir…

Ayrışmalar, okul hayatında; zayıflıklar ve güç ile çalışkanlık ve tembellik ile güzellik ve çirkinlik ile kendisini belli eder. Güçlüler bir arada olmayı seçer. Böylece daha fazla insana hükmetmeyi sağlar. Zayıflar ise kendisi gibi olanlarla birlikte bir güç oluşturmaz. Sadece; düştüğünde tutunacak el, ağlayacak omuz olmaya çalışır birbirine. Bir de çalışkanlar ve tembeller vardır ki burada aile düzleminde de bir ayrışma yaşanır, “Hiç, çok bilenle bilmeyen bir arada olur mu?” der gibi bir ayrışmadır bu. Kast sistemini okul hayatının her alanında görebilirsiniz. Sadece çalışkan olup olmaması değil, parasının olup olmaması da okul kavramına farklı anlamlar katıyor. Yani parası olan kişi ile olmayan kişi, aynı haklara ve şansa sahip değil. Hayvanlarda, eğitim yaşamın içinde ve eşit olarak yapılıyor. Aynı mekanda, aynı zamanda ve aynı koşullarda. Ceylan yavrusunu eğitirken, kraliçenin kızısın diye en yüksek çayırlara çıkartmıyor ya da aslan çocuklarına avlanmayı öğretirken, babanız kral size buralarda avlanmak yakışır demiyor. Tüm aslanlar eşit koşullarda avlanıyor ve büyümeyi başaran, hayatın öğrettiğini gerçekten kavrayan, besin zincirinin kendi payına düşen kısmına erişebiliyor. Oysa insan da durum bunun çok tersine işliyor. Paran varsa, öğretmen de bilgi de notta ayağına geliyor. Parasıyla değil mi? Hayatı da satın alır, kendime gelecek sağlarım düşüncesini sadece insanlardan öğrenebilirsiniz, yaşamın başka bir formunda bunu göremez ve deneyimleyemezsiniz. Bu durum ayrışmanın en sert olduğu yerdir ve İNSAN’a benzeşiminde.

Ve, öğreticiler. Onlarda okul sistemi içerisinde, birey yetiştirmenin değil, işini ifa etmenin derdinde yolculuğa çıkıyor. Bugün dünya üzerindeki okullarda görev alan öğreticilerin büyük bir çoğunluğu, idealizmden uzak, ben merkezci, sistemin kendisine dayattığı gerekçeleri mazeret ederek sadece harfleri ve rakamları öğreten bir kimlik ile insan varoluşu içinde hayatlarını sürdürüyorlar. Benzeşimlerin, kaynak noktasının ilk aşaması aile iken ikinci aşaması ise, öğreticiler oluyor. Onlar da çocukların kendi aralarındaki ayrışımları ve benzeşimleri tetikleyen davranışlar sergiliyor. Yaramaz gördüğünü dışlıyor, uslu gördüğünü seviyor. Tembel gördüğünü umursamıyor, çalışkan gördüğünün ise üzerine titriyor.

Benzeşim, ayrışmalardan arta kalan bireylerin, kendi varlıklarını bütünleştirebileceği kimliklerin bir araya gelmesi ile kendisini açığa çıkartıyor. Kişi kendisine en yakın hissettiği kişiyle yakınlaşıyor, benzeşim görünenler ile değil, hissedilenler ile oluyor. Yani iki en tembel benzeşmiyor. İki en ezilen benzeşiyor. Ya da iki en çalışkan değil, iki spordan hoşlanan kişi benzeşiyor. Benzeşimin, ayrışımın ve farklılığın bu kadar yoğun ve derin yaşandığı bir okul hayatına, oyun yaşında olup; hayatı sadece koşmak, gülmek, eğlenmek, yemek-içmek ve sevilmek olduğunu düşünen, 5-7 yaşındaki çocuklara yaşatıyoruz. Sonra da toplumun tüm dinamiklerine bomba koyup patlatıyoruz.

Okul deyip geçmeyelim. Orada insan çocuğunun yarınlarının başlangıcı yatıyor. Orada bütün düşlerin yıkıldığı, yeniden yapılandırıldığı, rekabet kavramının zoraki olarak yaşam formuna yerleştirildiği bilinçli, bilinçsizlik halleri var. Orada sıcak gülüşlü çocukların; gözyaşları, kaygı, stres, umutsuzluk, acımtırak öykülerde kaybolduğu, çarpmanın ve bölmenin esas olduğu, kesirli sevinçlerin, dar açılı özlemlere omuz omuza kol gezdiği, korku dolu lirik çarpıklıklar yaşadığı sıralar ve azarlar var.

Hangimiz, okullar okuyup da mutlu olmanın sırrını öğreniyor ki?
Hangimiz, okullu olup da kendisini insan olmanın varlığı içinde onurlandırabiliyor ki?
Hiç kimse neredeyse, değil mi? Bütün bu içsel ve zihinsel çarpıklıkların had safhada yaşandığı insanlık adına da haddini aştığı okul kavramı için, kimler iyi ve olması gereken bir kurum diyebilir ki?

Bütün hayatın kendi içindeki çıkmazının başladığı yerler okullar değil midir? Tek tip insan yetiştirme, tek tip bilgiyi öğretmek ve insanı insandan ayrıştırma sistemi gibi geliyor bana eğitim ve okul hayatı.

Bizlere bilmediklerimizi öğretmek olarak lanse edilen öğretim ve eğitim sisteminde, bildiğimiz ne varsa unutup, üzerine gerekli gereksiz milyonlarca kelimeden oluşan bilgi yüklemesi yapıyoruz. Bundan özgürleşirsek, kendi gerçekliğimiz ile karşılaşırız ve o zaman başlar bizim için eğitim denen yolculuk.

Exit mobile version