İlk korktuğunuz anı hatırlıyor musunuz? Bebebekken korku nedir bilmezmiş insan sonradan edindiğimiz bu derin duygu tüm hayatımızı etkiliyor diyebiliriz sanki. En temelde yaşam ve ölüm korkusundan bahseder psikolojinin babaları. Bu ikisi arasındaki gerilimde bir tuhaf yaylı gibi tınlar içimizde korkunun melodisi. Sanırım ilk annemizden babamızdan öğrendik korkmayı. Sonra korkularımıza karşı cesareti öğrendik ve tabi korkularımızı bastırmayı da. Korkmuyormuş gibi gözükmeyi, cesaretimizi dilde lisana getirip kalbimizi dizginlemeyi.
Tabuları öğrendik onlardan korktuk ve tabu sayılmasa da geleneksel başka töreleri çiğnemekten. İçinde bulunduğumuz, aidiyet beslediğimiz gruplardan dışlanmaktan korktuk, karanlıktan ve yalnızlıktan. Başaramamaktan, başarıyı taşıyamamaktan, kaybetmekten, kaybettiğimizi bulamamaktan, kendi hatalarımızdan, başkalarının hatalarından ve bu hataları bir daha düzeltemeyecek olmaktan korktuk. Yaşamın değersizliğinden, ölümün sadece basitçe bir son oluşundan korkup bunu üstümüze sinen bir koku gibi taşıdık her anımıza. Düşmekten, bir eşiği sıçrayıp geçmekten, yüksekten kısaca yer çekiminden korktuk. Bilinmez olan her şeyden belki de korktuk. Benim için en anlaşılmaz korku ise şimdilerde fark ettiğim; korkmaktan korkmak.
Korkudan kaçınmak, orta yoldan gitmek, temkinli olmak aklı salim bir davranış gibi geliyor ilk bakışta. Söz dinleyen yumuşak başlı, etrafınca benimsenen, kolayca adapte olan ve riskleri sevmeyen, olasılıkları bilindik eski türküler gibi dinleyen biri kendinin ne kadarına hakimdir? Kaçındığımız korku yokluğunda bile sarmalar bazen bizleri. Bir de bakmışız ki korkmamak adına en güvenli surların ardında hapsolup kalmışız. Demirden parmaklıklarla örmüşüz etrafımızı mayın tarlalarıyla kaplamış, kameralara, silahlara bel bağlamışız sırf korkmayalım diye. Oysa insan cesaretiyle gelmemiş midir buralara? Belki çok uzak diyarlardan varoluşun kaynağından süzülüp, başka başka galaksilerden, kuyruklu yıldızlardan topladığı elementlerle beden bulmadı mı?
Korkularımız cesaretimizin kaynağıdır aynı zamanda. Korkunca ancak izin verebiliriz derinlerde yatan cesaretin uyanmasına. Durmaksızın bastırageldiğimiz, sümen altı ettiğimiz, bizi beklenmedik, bilinmez olanla yüzleştirecek deneyimlerin tamamını cesaretimiz göğüsler. Korkuların ataletinden kurtulmak; bir adım daha atma merakını taşımak her ne kadar içinde risk de barındırsa, kontrol etme arzusunu şaha da kaldırsa ataleti yenmemizi sağlayacak yine bir cesarettir. Ne diyor ünlü düşünür Konfiçyus: “Gerçek güç düşmemek değil, düştükten sonra yoluna devam edebilmektir”. Kendimize düşmeye izin verdiğimiz zaman aslında düşmeye gerek kalmadığını fark edebiliriz. Korktuğumuz başımıza gelir, korkuya rağmen cesaretle dengelediğimiz de bizi umutlarımıza kavuşturur. Vesvese deyip geçelim sevgili dostlarım. İnsan varoluşunu hakikate teslim ettiğinde düşlediği şeker yerine bal alacak, yerle gök yer değiştirip yerçekimi yoldaş olacak. Nefesimiz dışında kontrol edecek çok da bir şeyimiz omadığını gördüğümüzde kalbimiz kendi ritmini bulacak. Korkular ise iyi ki oradalar ve cesaretimizi besledikleri için onlara minnetarım. Korkmaktan korkmayın. İzin verin gelsin korku, farkındalığınızı cesaretinize yönlendirin. Kısaca teslim olun, göstersin kendini yaradan.