Nedir tekâmül? Gelişme, bilgeleşme, anlayışın açılması, daha iyiye doğru ilerleme, düzelme, olgunlaşmadır.
Şöyle bir düşünürsek, bildiğimiz tarih boyunca izleyebildiğimiz pek çok yazılı ya da sözlü aktarım insanı daha iyiye götürmek amacını gütmüştür. Görünür sonuçlar hep daha iyiye giden bir insanlığı işaret etmese de amaç budur.
İnsan, insan olalı tekâmül üzerine edilebilecek bütün laflar söylenmiş, bütün yollar öğretilmiştir. Burada söylenen her söz aslında hepimizin bildiği bazı şeyleri tekrar etmektedir. Belki unutulmuştur, hatırlatır. Hatırladığımızda, bilgiyi ilk kez şimdi bulmuş ve bir tek kendimiz anlamış gibi hissederiz. Böylece kadim olan hep yeni kalır, her defasında, her zihinde heyecan uyandırır.
Elbette…
Burada söylenen hiçbir kavram ilk ya da yeni değildir. Bir kez de sesimle söylenmektedir. Bir kez de zihnimden süzülmektedir. En çok da kendim anlayayım diye. Bilinsin ki her dediğimi her an yaşıyor değilim. ÖZüm her daim gözlerimden bakmıyor. Düşer, kalkar, anlar ve çoğunu unuturum. Halimce haller içindeyken, kabımca dolarım. Bazen kabı taşıracak son damla için yıllarca beklerim. Kısmet olur da dolarsam, nasipse, öte makama taşarım, herkes gibi. Ve yazarım; anladıklarımın izi kalsın diye.
Bunları baştan bir söyleyesim geldi. Olur bazen. Neyse, gelelim konumuza…
Dünyadaysak sebebi var…
Kendimizi herkesten ayrı birey olarak algıladığımız için, tekâmül son kerte bireysel bir sorumluluktur. Hatta ciddi insanlara sorarsan tek tek her birimizin görevidir. Bireysel gelişimimiz kelebek etkisiyle tüm evreni dönüştürdüğü için ise herkesin kendi idraki son kerte evrenseldir. Sen sınırlı algında birey olmaya devam et, fark etmez, evren senin ne olduğunu biliyor.
İşin aslına bakarsan, dünyanın aurasında titreşmeyen bir bilgiyi dillendiremeyiz. Zihnimiz ve kelimelerimiz dünyanın aurası ile sınırlıdır. (Öte yandan, sezgilerimiz evrenseldir ama o başka yazının konusu.) Ve dünya aurasında titreşen bilgi, zaten her birimize nasip olmak için orada askıda durmaktadır. Bilgi kişiyi seçmez, kişi bilgiye ulaşıp almayı seçer. Gözünü hangi konuya diktiysen onun bilgisini tıpkı bir mıknatıs gibi kendine çekersin. Eğer odağında ruhsal tekâmül var ise, bilgisi sana gelecektir. Hep söylendiği gibi “Öğrenci hazır olduğunda öğretmen ayağına gelir.”
Dünyada tekâmül edebilmemiz için gerekli tüm malzeme dünyanın toprağında, suyunda ve aurasında mevcuttur. Dünya düzleminde olgunlaşmayı seçtiysek bunun cevabı, desteği, bilgisi dünyada olmalıdır. Eğer Sirius, Arcturus, Pleaides falan filan koşullarında gelişecek olaydık, tohumumuz dünyada değil orada yeşerirdi. Onlar dünyayı bilmezler. Biz biliriz bu muhteşem mavi mücevheri. Kendini bütünden ayırıp, “ben” diye tanımlayan her varlık, kendi bakışının maddeye çökerttiği zeminde gelişir. Madem burada yeşerdik o zaman burada meyve vereceğiz. Çünkü evrensel kural odur ki her soru cevabını içinde taşır. “Dünyadayken nasıl gelişirim?” sorusunun cevabı “Dünyadan öğrenerek, dünyada gelişirsin” olacaktır. Şamanlar bunu çok iyi bilirler.
Kuş uçar göğü bilmez, balık yüzer suyu bilmez..
İnsanın kendisini “BEN” diye tanımlayıp, ayırdığı o ilk andan beri “BÜTÜN” ile arasındaki mesafeyi kat edip, bütünde erimek çabasıdır tekâmül. Kuşların ya da balıkların göç yollarını içgüdüleriyle bilmesi gibi insan da tekâmül yollarını içgüdüsel olarak arar. Kuşlar gezegenin o ikliminden bu iklimine göçerler. İnsan ise beden/zihin/ruh ile yaşadığı, duygular ile yoğrulmuş kişiliğinden kadir-i mutlakta parlayan ÖZüne doğru göçer.
Hikaye anlatıcıların meselleri, dini metinler, şamanik danslar, başka boyutların mesajları, ana-babamızın öğretmeye çalıştıkları hep insan daha da bilgeleşsin diye dünyaya dökülüyor. Bizler aslında, kesintisiz bir sevgi ve bilgi sağanağında yıkanır dururuz. Sevgi o kadar kesintisizdir ki bazen varlığını unuturuz. Divan şairi Hayali’nin dediği gibi…
Cihân-ârâ cihân îçindedir ârâyı bilmezler
O mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler
Bazen böyleyizdir işte. Ebedi ve ezeli olanın içinde yüzer, ölümden söz ederiz. Beden ölür, biz öldük sanırız. Ölümün varlığı boşuna değildir. Ölüm en güçlü rehberimiz, büyük öğretmenimizdir. Ölümü anlayıp, ölüm korkusunu kalpte aşmaktır tekâmülün ilk adımı. Kendi ölümün seni gülümsetiyorsa, bellidir sonsuzluğu idrak etmekte olduğun ve sonsuz, kucak açar sana.
Metamorfoz..
Derler ki “Meleklerin fıtratı yaradanı daimi tesbih etmektir. Işığı bilirler. Karanlık meleklere kapalıdır.” Ve öyledir. Melekler tekâmül etmezler, süreçleri yoktur. Var oldukları anda, kaynaktan faş oldukları gibi, zamansızlıkta dururlar. Geniş algılarıyla her yerde yaradanı görürler. Bu onları saf ışık yapar. Maddeye inemezler.
Oysa insan, öyle farklı bir fıtratla yaratılmıştır ki ona varoluşun pek çok faseti açıktır. İnsan son derece kısıtlı bir frekans aralığında algılar. Sonsuzu ince dilimlere bölerek bakar. Daracık algı alanında, nokta atışı hayatlarında hangi tarafa, hangi NİYET ile bakarsa orada niyetinin tezahürünü görür. Hem de maddeleşmiş halde. Sonra da niyetinin gücünü unutur ve maddenin içine girip kaybolur. Fakat her zaman, bir şekilde ışığa dönmenin yolunu bulur. Sanki bir çeşit öncü keşif birliği gibidir.
İnsanız biz. Bilgi de cehalet de, aydınlık da karanlık da, tutsaklık da ÖZ-GÜRlük de hepsi bize verilmiş. Her şey insan içindir. Işık ve dahi karanlık, insan görsün diyedir. O sebeple Bakara Suresi 30 – 34. Ayetler diğer yaratılmışlara insan önünde secde ettirildiğini anlatır. İnsana secde edilmelidir çünkü Bakara Suresinin 31. Ayetinde dendiği gibi “insan şeylerin adını bilmektedir”. Aslında şeylere isim koymaktadır. İnsan, potansiyeller denizi halinde titreşip duran kainatı bakışı ile maddeye çökertip, bilinir kılmaktadır. Böylece hem kendisi genişlemekte hem de kainatı genişletmektedir.
İnsan baktığı bazı yerlerde yaradanı unutur. İşte budur karanlık. Ve insan, yaradanı görmediğini sandığında, o zaman, zihni ile mühürler karanlığı. İnsan zihnidir ki varoluşu ikiye böler; ikilik üzerinden tekliği arar. Kötüyü mühürlemeden iyiyi tanımlayamaz. Acıyı bilmeden huzurun kıymetini anlamaz. Bir şeyleri tanımlayarak anlamak için yaratılmış gibidir. Anlam yükleyerek adını koyar, içine girer, kaybolur, oradaki tanrısallığı idrak eder, adlardan azade olur, anlamlar çözülür, çıkar.
Anlayış insanın mukadderatıdır. Kaçınılmazdır. Mutlaka anlar. Tekliği ikilik üzerinden anlar. Anladıkça tekâmül eder. Tekamül ettikçe anlamlar değişir, çözülür ve insan özgürleşir. Kelebek olup kozasından çıkan tırtıl gibidir. Karanlığı ışığa, sınırlıyı sonsuza çevirerek, bir başka varlık olma sürecine girer. Tekâmül bir tür metamorfoz sürecidir. Sürecin bir aşamasında insan ışık frekansına geçer. Ebediyette varlık devam eder.
Aslına bakarsan..
Hakikat şudur : Eğer insanın kendisine dair yargıları olmasa, yetersizlik fikri olmasa, baktığı hali karanlık diye mühürlemese sürecin adı tekâmül değil akış olurdu. Çünkü insan, yaradanın kendisini yarattığı gibidir. Tam da olması gerektiği gibidir. Ama fıtratında yargı ile mühürlemek ve sonra da bu mührü kırmak olsa gerek ki önce bütündeki yerini inkâr eder ve sonra onu arar bulur ve idrak eder. Aslında olduğu yerden bir adım kıpırdamamış lakin kendisine bakışını değiştirmiş olacaktır. Bu anlamda tekâmül kendini doğru biçimde tanımlama sürecinden başka bir şey değildir. Metamorfoz beden kozasının içinde özüne ve nefsine bakarak gerçekleşir.
Sonraki yazıda..
Her ne hal ise, ÖZümüzü unuttuk unutalı biz yargılarımızın içinde kendimizi yeniden yeniden keşfedip tekâmül edegelmekteyiz. Göçmen kuşların ve balıkların her mevsimde aynı yolları ezbere geçmeleri gibi biz de otomatik olarak kendimizi “eksik, geri, az” diye tanımlar ve sonra yansımalarımıza bakıp bütünleniriz. Bu bütünlenme sürecini sembolik olarak temsil eden resimler vardır. Tekâmülün resmini anlamak için, hayatın “dikkat” ile yaşanması ve her yeni adımın farkında olunması işe yarar. Mademki bu bir süreçtir, hakkı verilmeli, tadı çıkarılmalıdır. Adımların izi “tek tek” ve “dikkat” ile sürülmelidir. Dikkat Noktalarını birleştirdiğinde ortaya bir resim çıkar. Resme bakınca anlarsın ki “yukarısı nasılsa aşağısı da öyledir”.
Bakalım nasılmış tekâmülün resmi. Bir sonraki yazıda boyutları dıştan içe doğru, teker teker açalım. Keyifli olsun.
Özetle :
İstersen zihnin dünyanın en sert yargıları ile kendini kısıtlasın gene de gelişip, olgunlaşmak senin için kaçınılmazdır. İstersen kendini zifiri karanlığa göm, içindeki güç seni ve gömüldüğün karanlığı aydınlatacaktır. Sen yerinde saydığını sanırken bile hayat kendi mecrasında içine akmakta ve ilahi zamanlama ile uyanışını hazırlamaktadır.
Yaşadıkların her ne olursa olsun senin şu andaki temel ihtiyacın anlayış, kabul ve sevgidir. Bunları kendinden iste. Kendini anla. Hallerini kabul et. Öylece olduğun gibi sev kendini. Sen kaynağın sevgisinden yaratıldın. Tüm yaratılış gibi kutsalsın. Sen ebedi hayatsın. Kendinden kaçamazsın. Uyan.