Hakkında hiçbir şey bilmediğimiz insanlarla, hayatımızın tüm anlarını online paylaştığımızda, fotoğrafların tamamı bir metafor görevi üstlenmektedir. Hayatın gerçekliği içinde yapmaktan kaçındığımız eylemleri sosyal medyada yapmaktan çekinmiyoruz. Gitmediğimiz mekanlara gitmişiz gibi gösteriyoruz. Bizim olmayan eşyaları satın almışız gibi yapıyoruz. Dikizleme, kültürümüzün özü oldu.
Marco Onofri, bu çalışmasını Kuzey İtalya’daki Cesena çevresinde, bir yıl süresince gerçekleştirdi. Fotoğraflardaki her bir model kışkırtıcı pozlar veridi. Kompozisyonların gerçekleştiği mekanların derin gölgeler ile soyutlaştırılması izleyenlerin gerçeklik algısını bozarak, kendilerini ve sosyal medyayı sorgulattı. Her bir fotoğraf çekimi için ikişer saatlik oturumlar düzenlendi. Katılımcıların gerçek sosyal medya kullanıcısı olması da yapılan çalışmanın ciddi bir sosyal sorumluluk projesi olduğunu göstermektedir. Marco Onofri, modellerin sosyal medyada paylaştıkları pozların aynısını, aynı giysiler ve çıplaklıkları ile fotoğrafladı.
Marco Onofri’nin fotoğraflarındaki kompozisyonlarda, kalabalık kişi yerleştirmelerinin dar bir mekana sığdırıldığı görülmektedir. Dar mekanlar, modellerin soyunma hareketleri (ki başrol de olanlar), takipçi rolündeki izleyenler (sosyal medyadaki takipçiler) üzerinde bir elektriklenme yaratma amacı taşır. Damar iltihabına maruz kalan göğüsler, seks olduğunu zanneden sümüklü modeller, her an ilişkiye girmeye hazır genç kızlar, erkek delisi kadınlar Marco’nun objektifinden yansır. Geniş yaş aralığında bulunan takipçilerin oturuş tarzları, bakışları, tepkileri fotoğraflarda çıplak modellerden daha çok ön planda bulunmaktadır. Şehvetin nasıl bir yabancılaşma algısı oluşturduğuna tanıklık etmektedir sanat izleyicisi.
Model Nina Sever:
“Tamamen yabancı takipçilerin, belki de internet dışında, daha önce hiç görmedikleri çıplak bir kadını izlemesinin nasıl zor bir eylem olduğunu düşündüm. Ben kendimi çıplak göstermeye alışkınım. Ama beni izleyenler çok zorlandılar. Belki de benden daha çıplak olduklarını hissettiler.”
Hakkında hiçbir şey bilmediğimiz insanlarla, hayatımızın tüm anlarını online paylaştığımızda, fotoğrafların tamamı bir metafor görevi üstlenmektedir. Hayatın gerçekliği içinde yapmaktan kaçındığımız eylemleri sosyal medyada yapmaktan çekinmiyoruz. Gitmediğimiz mekanlara gitmişiz gibi gösteriyoruz. Bizim olmayan eşyaları satın almışız gibi yapıyoruz. Dikizleme, kültürümüzün özü oldu. Kim nereye gidiyorsa biz de oralara gitmek, aynı şeyleri yapmak istiyoruz hep. Kimseden geride kalmak istemiyoruz. Bu yüzden de durmadan birbirimizi dikizliyoruz. Çıplak fotoğraflarımızı cesurca koyup yayınlıyoruz. Gittiğimiz mekanlar gösterişli olmasa bile gösterişliymiş gibi fotoğrafını çekiyoruz. Yediğimizin içtiğimizin artığını fotoğraflayıp, paylaşıyoruz. Bir yandan teşhircilik yaparken, diğer yandan da başkalarını röntgenliyoruz. Dev bir egoyla yaşayan narsistlere dönüştük. Fotoğraf paylaşımları yapmak, egolarımızı biraz daha şişirmenin en kestirme yolu oldu. “Ben bunlara sahibim ve çok fit, güzel ve popülerim” yalanına sarılmak, dünyada tutunmamızın tek aracı oldu. Kendini teşhir etmek üzerine kurgulanan bir kimliği, yani ‘İdeal beni’ yansıttığımızı sanıyoruz; aslında idealize ettiğimiz yaşantıları sürdürebilmek adına kendimizi aşağılıyoruz. Ve bir bakıyoruz ki, aslında biz, sevdiklerimizle bile yarışıyoruz. Çok kimlikli insanlar haline geldik, bu da duygusal dalgalanmalarımızı arttırarak mutsuzluğumuza neden oldu. Şimdiki anı kaçırıyoruz, farkında mısınız?
Kültür Sanat: Bayram SARI