Bende kendini tezahür ettirenin yansımasıdır suretim
Sen görmezsin diye görünmez değildir la-mekan dolaşan ruhum
Gözlerimi kapadığımda görürüm tüm alemi
Ruhumu açtığımda hissederim tüm canlıların sancılarını
Rabbin bile gazabı zuhur etmişken kitaplarda sayfalar dolusu
Sevgimle sararım hissettiğim her bir canın yarasını
Öfkem canımın yangınındandır
İki nefes arası dolaşır dururum tüm coğrafyaları
Afrika’da aç çocuk olurum
Amerika’da evsiz bir adam
İran’da taşla öldürülen bir kadın
Avusturalya’da sürgün yaşayan Aborjin
Meksika’da kurşunlara gelen bir İnka kızı
Ve
Tüm coğrafyalarda
Evsiz olurum
Aç olurum
Ölenlerin kefeni
Evsizlerin örtüsü olurum
AN içinde çoğalır
AN içinde tükenirim
Hal bilirim
Hal görürüm
Hal olurum
Lal olmayı beceremem
Gördüğümü gör isterim
Görünenin arkasını da görmeni isterim
Akbabanın akşam yemeği olan bedenime değil isyanım
Ne haddime ona rızk olmuş parçama söz etmek
İsyanım
Gördüğümü göremeyişine insanlığın
Hakikatim; varlığın, var oluşunda tezahür etmektir an be an…
Hindistan’da, Bangladeş’te, Filipinler’de tayfunlara kapılıp giden çocukların, hayvanların, ağaçların ve toprağın kokusu oluyorum
Mezopotamya’da, Afganistan’da, Etiyopya’da, Nijerya’da kurşuna dizilen halklar oluyorum
Görüyorum
Biliyorum
Duyuyorum
Hissediyorum
Gökyüzü ile bir oluyorum, ışıklarını söndürmekten aciz kalıyorum kentlerin
Denizler ile bir oluyorum, batık gemilerin pasları ile ömürlerinden ömür çalıyorum balıkların
Yaşamak nedir biliyorum
Sevmek nedir biliyorum
Aşk nedir biliyorum
Bilmediğim bir şey varsa o da insanların çocuklarına çektirdiği acılar
Ve cehennemlerindeki sessizliğidir
Dünyanın kalp atışını duyabiliyor musun?
Serçenin kalbinin ritminde evrenin çığlığını hissedebiliyor musun?
Peki, toprağın içine aldığı her beden için varoluşa teşekkür ettiğini duydun mu?
Her bir parçanın bir başka canlı için nimet olduğunu hatırlıyor musun?
Ölümü seviyor musun? Doğumu sevdiğin kadar.
Doğumdan korkuyor musun? Ölümden korktuğun kadar.
Her şeye lal olmayı bilmez miydi Tanrı?
Sebepsiz yere mi sende var etti kendisini?
Susasın, konuşmayasın, görmeyesin, bilmeyesin diye mi açığa çıktı ve varlığına büründü?
Hangi kitabın içinde kendi hakikatini buluyorsun?
Hiçbir kitap senin özüne seyreltmiyor mu kendisini?
Yaprağın üzerindeki harfleri okuyabiliyor musun?
Çimenlerin arasında dolaşan karıncaların şarkısını duyabiliyor musun?
Sessiz ol ve içine çekil demek kolay mı?
Tanrıyı dünyanın içine, dünyayı da Tanrının içine koyduktan sonra
Aşk göğsüne sığmayan duygular toplandığında aşka dönüyor
Sevgi, varoluşuna sığdıramayacağın kadar büyüttüğünde sevdiğin anlamlı oluyor
Her an aşk ve her an sevgide olan bir ruhun sancısını görebiliyor musun?
O
Tanrıya isyan etmiyor, kendi tanrısallığının eksik kalışına öfkeleniyor
Bu yüzden, Şiva oluyor, Zeus oluyor, Yehova oluyor iniyor yeryüzüne ve tutuyor kendi elini tutmak isteyenlerin ellerinden
Tutabildin mi bir Tanrının elini, dokunabildin mi onu yarattığı varlığın görkemli duruşuna?
Gözlerin apaçık bakabildin mi heyulasına
Kutsanmış su ile vaftiz ettin mi içindeki çocuğu ?
Özünü Kabe yapıp döndün mü yedi kez etrafında?
Taşladın mı içindeki tüm şeytanları ve kurban ettin mi benliğini insan oluşuna?
Kaç salyangozu taşıdın ezilmesin diye yollarda?
Kaç çocuğun annesinden gülümseme alacaklı oldun bu hayattan?
Öyle kolay mı İnsan olmak?
Manastıra kapanıp, yıllarca kendine çekilmekten daha fazla cehennem ne olabilir?
Sevgilinin gül yüzünü görmeyi azap kılarak üstelik.
Sokaklarda fahişelik yapmak zorunda olan kadın oldun mu hiç?
Ya çocuk yaşta tecavüze uğradığı için eşcinsel olan bir erkek?
Peki uğradığı şiddet yüzünden katil olan bir genç?
Hepsinin ruhunu görebiliyor musun?
O en içteki, en derindeki arzusunu hissedebiliyor musun?
Hepsinin cenneti, huzurlu bir ev ve aile iken
Soğuk taşın üzerine serdiği kartonda soğuktan ölen yaşlı evsizin sancısını deneyimledi mi ruhun?
Bu kadar insanlığa aç
Yaşamaya kör
Sevmeye hakir görmüş iken varlığını
Nasıl, bütünleşeceksin tüm yaratılışla ve tanrı ile
Tanrının, konuşmadığını, görmediğini, duymadığını bilmez gibi
Sessiz mi kalacaksın, yalnızlığının çığlıklarına…
Sahi kim öğretti, kim anlattı sana BİR’lemenin kendinle mümkün olacağını
Ben olmadan nasıl BİR’leyeceksin ki kendini.
Aynalık yapmayacaksam korkularına
Nasıl ayırdına varacaksın cesaretinin
Yoksa sen de ben gibi
Sol yanağına tokat atana, sağ yanağını çevirecek kadar aziz olamadın mı henüz?
Biliyor musun? Çocukluğumdan beri iki şeyi ilke edindim; bunlardan biri erişebildiğim ve erişemediğim tüm insan ve canlıya, sonsuz ve sınırsız sevgi vermek idi
Diğeri ise erdemli ve onurlu bir bilge olmaktı.
Benim dilimde sevginin içinde merhamet, şefkat, acıma duygusu, yarayı şifalandırmak, sancıyı almak vardı.
Yolda kalanın eve dönüşünü sağladığımda eve dönüyordum
Çantasına koyacak defteri olmayan çocuğun, renkli kalemleri ve defteri olmadığımda, siyah ve boş bir sayfa oluyordum
Biliyorum, herkese yetişemedim dünyayı kurtaramadım, ama dünyamda kurtulacak olanlara dokunabildiğim kadar dokunmaya çalıştım
Bunlar beni bilge yapmadı
Bunlar beni daha iyi insan da yapmadı
Bunlar beni aziz de kılmadı
Sadece dua eden o yüreğin duasını duyanın aracısı oldum
Sen duayı kimin duyduğunu biliyor musun?
O duayı hissettin mi kulaklarında?
Duasını diline pelesenk etmiş halkların çaresizliğini kim duyabilir?
Senden, benden ve ondan başka…
Tanrı sende ise ve sen kendinde değilsen
Kim dolduracak sohbetin demi olan çayı
Ya da kırk yıl hatırı kalacak kahveyi
Kim açacak, evinde tüten ocağı olmayan annenin kapısını
Kim pişirecek, yemeği olmayanın aşını
Kim dolduracak aç kalmış çocukların tabaklarına yemeği
Tanrı mı?
O sana devretmedi mi görevini?
Seni “senin deyiminle” halife kılmadı mı dünyada
Hani o tanrıdan ve yaratılıştan dem vuran sihirli sözlerinin arkasındaki sonsuz sevgi ve merhamet olan tanrının dokunuşu
Sen değil miydin? Kitapları kendi diline ve dinine çevirip ondan saltanatına yol yapan
Sen değil miydin? Huzuru ve sevgiyi arayanlara kalplerini gösteren ve dile gelen
Sen değil miydin? En-el Hak diyerek haykıran ve Mevlana’ya methiyeler dizen
Şems’in aşkına öykünen ve tarlasını kazımaktan aciz olan o yaşlı çiftin sabanına omuz vermesi gereken sen değil miydin?
Olmak kolay değil deyip duruyorsun, bütün bu işleyişe bakıp sadece ders çıkartmak ve sessizleşmek midir dünyanın diyeti?
Ya sofrana gelen o ekmeği üretenin hakkı!
Çatalını üreten çocuğun emeği!
Tabağını işleyen sanatçının hayat ile olan berdeli!
Sen susunca, tenine giydiğin o şatafatlı kıyafetleri üretmek için alnının teri ile tezgahları silen kız çocuklarının karnı doyar mı sanıyorsun?
Sana ne mi?
Bana ne mi?
Ona ne mi?
Mutlak kader nedir biliyor musun?
Uçurumdan düşüp bir ağaca tutunan ve çığlık atan kişiye, ip uzatmaktır. Uzatacak ip bulamasan dal uzatmaktır, dal bulamazsan çıldırırcasına çare aramaktır.
Orayı terk edip gitmek kader ve tekamül değildir!
Senin vicdanının ve kulaklarında çınlayan çığlıkların sesidir kader.
Sustuğunda, terk ettiğinde, görmediğinde, yani BİR’lemediğinde kendini dünya ile
Her çaban ve eylemin tekamülü sekteye uğratacaktır
Ve günlerce, aylarca, yıllarca ibadet etsen ve meditasyon yapsan da insanlık iyileşmeyecektir
Çünkü dışarıda açlık, savaş, ölüm ve haksızlık varken
Ki bunların hepsi senin içinde cereyan ediyor
Yani senin içindeki savaş bitmeden
Bitmeyecektir yolculuğun
Öldüğünde bile iki yakanda olacaktır, umarsız yaşadığın her anın sahibi…
Şimdi aşk ile insanlığa uyan ve dökül yollara
Sen ve Ben ve O dökülmezsek yollara
BİZ ve BİR olmazsak
Ebedi özgürlüğü yüzlerce kez de gelsen dünyaya tadamayacaksın, tadamayacağız ve tadamayacak insanlık…