Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

Bir yudum keyif

Bir süredir bu konuda yazmak istiyorum dediğim ama fırsat bulamadığım bir konu var: ‘Keyif isterken neye kasıyorsun?’

Daha önce de birkaç kez bloğumda değinmiştim sanırım ama hatırlatma olsun; biri olmuştu isteyip de beden dilini okuyamamıştım 5 sene kadar önce.  Sanırım bir seminer vermeye gidiyordum otobüsle, benzin istasyonunda durduğumuzda pompacı abiye bakmıştım, kollar yandan sarkmış, postürü daha önce görmemiştim, ne gevşek ne kasılmış, öyle pompaya bakıyordu. Yanına şoför gelmişti, arada onunla konuşuyordu. Anlayamamıştım nasıl bir ruh halinde olduğunu, fotoğrafı beynime kazıdım ve uzun bir süre düşündüm, bulamadım. Sanırım 3 ay kadar sonra dank etmişti; adamı okuyamamıştım çünkü öyle bir veri bende ve çevremde yoktu. Neydi bu veri: rahatlık, kendindelik!

Bahsettiğim kişi bir bilge değil, bir süperzengin-gelecek kaygısı olmayan zat da değil, bir benzin istasyonu çalışanı. Böyle yazınca aklıma Peaceful Warrior-Dingin Savaşçı filmi geldi, izlemediyseniz öneririm: (IMDB bilgisi)

Konumuza dönersem, ödev çıkarmıştım kendime; neyine kasıyorsun Mustafa?

Bu kadar kasmak kasılmak demişken gülümsememizin de, somurtmamızın da yüz kaslarıyla ve biraz da beyin kaslarıyla (düşünce yapımızla) ilgili olduğunu tahmin ediyorsunuzdur.

Brezilyalı fotoğrafçı Marcos Alberti’nin aşağıdaki fotoğrafları internette dolaştı kısa bir süreliğine. Ardışık zamanlarda çekilmiş bu fotoğraflardaki duygular nedir sizce sırasıyla?

Sol üstte, sağ üstte, sol altta, sağ altta: ‘normal’den rahata, rahattan iyice keyifli, mutlu ve kahkaha moduna. Bu dörtlülerden en çok hangi grup size hitap ediyor; genelde hangisisiniz ve değiştirmek isterseniz hangisi olmak istersiniz? (Kalabalık olmasın diye sadece iki kişiyi koydum ama buraya tıklayarak tüm çalışmaya hızlıca bakmanızı öneririm, çok keyifli!)

Fotoğraflarda fark ettiyseniz birer kadeh işareti var. Çünkü Marcos bu fotoğrafları bu şekilde çekmiş. Kişinin ‘normal’ halini, sonra 1 kadeh sonrasını, sonra 2 kadeh sonrasını ve en sonunda da 3 kadeh sonrasını fotoğraflamış.

Farkında mısınız, normal hâl diyorum: Hem alkol almamış hali için hem de keyifli olmadığı, rahat olmadığı, kahkaha atmadığı hal için. Alkol alınmamış durum için normal diyebiliriz belki, neticede alkol bu, şişede durduğu gibi durmuyor; sizde iyi-kötü bir değişime sebep oluyor. Peki ya keyifli ve özellikle mutlu olmama halindeki normallik?

Normalimiz keyifli olmamak, kahkahaya hele hiç yer yok. Bundan değil mi ki keyifli olduğunuz zamanlarda sorarlar; ‘hayırdır?’, ‘bir şeyler mi oldu?’, ‘müjdeli bir haber mi aldın?’…

Normalimiz o kadar monoton ki… Bu noktada monoton işte, monoton bir şeyin nesi keyifli olabilir diye sormuştu birisi. Monoton mono ve tone kelimelerinden ortaya çıkıyor; yani tek ton. Peki bu tek ton neden keyif olmasın?

Oysa maskelerimiz, göstermemiz gereken imajlar, sergilememiz gereken tavırlar, dik duruşlar…

Tam burada WHO yani Dünya Sağlık Örgütü’nü konuk edelim. Bir raporu var; ülkelerin ortalama alkol tüketim miktarları ve sağlıkla ilişkileri üzerine: http://www.who.int

Görsel özeti ise aşağıda.

İnternette bunu ilk gördüğümde ‘ayıklar birbirini boğazlıyor’ sözüyle okumuştum; bir başka kaynakta ‘IŞİD-DAEŞ’in tekel dükkanlarıyla arası bozuk olduğu’ şeklinde acı bir şaka yapılmış. Çünkü bakarsanız alkol tüketimi çok az olan bölgeler terörün en yoğun olduğu bölgeler (Grönland hariç, orada yeterli veri alınamadığı için renklendirme yapılamamış).

Maksadım alkol tüketimi teşvik etmek değil, hatta şu an için alkol dediğim kısımları unutun. Çünkü esas gördüğüm tablo kasılmalar eşliğinde sapıtmalar.

Üniversite için devlet yurduna taşınmıştım; ilk dikkatimi çeken konulardan birisi evrim geçirdiği belli olan gençlerdi! Aile baskıları eşliğinde kabuklar altında büyümüş gençler, aileden kopmayı başardıkları ilk anda ‘kopuyorlardı’ sık sık. Bütçesi yettiğince alemlere akanlar, başkaları üzerinde üstünlük kurma çabasına girenler, daha da ezilenler…

Alkolün de böyle bir etkisi var. Koreli bir misafirimiz vardı, Türkçesi yok, İngilizcesi berbat, bizim de Korecemiz yoktu. Beden diliyle, çarpık İngilizce’yle çat pat anlaşabiliyorduk. İkinci kadeh rakıdan sonra bülbül olmuştu, hem akıcı bir İngilizce’yle konuşmaya başlamıştı hem de İngilizce yapılan Türk şakalarını da anlayabiliyordu. Neden? Çünkü zihnimizdeki karşılıklı setler gevşedi, indi. Benim ‘onu anlayamayacağım’ duvarım yudumlarım arasında gevşeyerek eridi, onun kendi içindeki ‘İngilizce bilmiyorum, Türkleri zaten anlamıyorum’ duvarı gevşedi.

Peki ‘normal’ seviyemizi keyifli, rahat, kalıplardan uzak tutmak için alkol şart mı?

Şimdi kalkın ayağa, biraz dik bir şekilde durun. Rahat bir şekilde ellerinizi sallandırın. Sonra bir nefes alın, yaşamı hissedercesine alın ve birazcık tutun. Ardından da aldığınız nefese şükrederek bırakın. Bunu 3-5 kez tekrarlayın.

Buraya fatura ödemek için gelmediğiniz gibi kalıplar arasında yaşamak, onu bunu mutlu etmek ya da onda bunda olmadığınız imajlar yansıtmak için de gelmediniz. Buraya kendiniz olmak, tekamülünüzü sağlamak ve mümkün olduğunca mutlu almak için geldiniz.

Epiktetos ile kapatalım:

‘At şarkı söyleyemediği zaman mutsuz mudur? Hayır ama koşamazsa mutsuz olur. Köpek uçamadığı zaman mutsuz mudur? Hayır ama koku alamazsa mutsuz olur. İnsan aslanları boğamadığı ve olağanüstü işler yapamadığı zaman mutsuz mudur? Hayır, o bunun için yaratılmış değildir. Ama insan, saflığı, iyiliği, vefayı ve adalet duygusunu, ruhundaki tanrısal değerleri yitirdiği zaman mutsuzdur!’

 

Keyfinizin, mutluluğunuzun daim olmasını dilerim.

Exit mobile version