Kaldığımız yerden devam ediyoruz. Sevgili Çağla Meydan bizlere Sarvan’ın hikayesini anlatmaya başlıyor…
- İlk romanınız Sarvan’ın çıkış hikâyesi nedir?
Aslında Günay’la hiçbir zaman bir roman yazalım diye başlamadık. Hatta benim aklımın ucundan bile geçmezdi bir roman yazmak. Bu süreçte şunu gördüm: insanın gerçekten bir derdi ve arayışı varsa içselleştirdiğin, deneyimlediğin şeyler bir gün kendini yazdırtıyor. Sarvan kendi kendini yazdırtan bir kitap oldu.
Arkadaşımla ortak bir derdimiz vardı. Varoluşumuzu sorguluyorduk, okuduklarımızı, deneyimlerimizi paylaşıyorduk. Amerika’da yaşarken tanışmış ve çok yakın iki arkadaş olmuştuk. Yıllar sonra ben evlenip İsrail’e taşındığımda, Günay’ın yıllar öncesinde oyun amaçlı kurduğu bir öykü grubu facebook hesabına yolum düştü. Yıllardır kullanılmayan bu hesaba denk gelip girdiğimde ve “merhaba” yazdığımda Günay bana “madem buraya yolun düştü bir masal başlat o zaman” dedi.
Hiç aklımda olmayan bir şey bir anda dilimden kaleme dökülüverdi:
“Bir varmış bir yokmuş… ufacık tefecik bir küçük karınca varmış. Küçük olduğuna bakmayın, hayalleri de varmış hem de dev gibi… Birgün karıncanın diğer karıncalarla bilirkte her gn aynı şeyleri yaparak çalışıp didinip sonra da minicik yuvalarına dönmeleri canına tak etmiş ve bir sabah kimseciklere söylemeden yollara vurmuş kendini…”
Bunu Günay devam ettirdi: “Onca yolu giderken aklında birtek şey varmış. İhtiyar nine karıncanın anlattığı masallarından birinde bahsi geçen yedi dağın ardındaki,”
Derken kaldığı yerden ben devam ettim: “Devler vadisinin sihirli sularına ulaşabilmek ve o sudan içip bir dev olabilmek…..”
İşte bütün hikaye, böyle başlamış oldu, biz bunu o an bilmesek de…
Bir çocuk masalı gibi başlayan hikaye yazmaya devam ettikçe yetişkinlere hitap eden bir romana evrildi. Sarvan’ımız da bir kaşif’e evrildi.
İçimizdeki kendi keşif yolculuğumuzu bir karınca üzerinden yansıttık farkında olmadan. Ne kadar ince bir mecaz, değil mi? Bu evrende biz de üst bilince sahip varlıklara kıyasla bir karıncadan farksız değil miyiz?
- İki yazar zor olmadı mı?
Birlikte yazdığımız dönem çok eğlenceli olmuştu. Çünkü önceden de dediğim gibi biz bir roman yazmak amacıyla yola çıkmamıştık. Ortak dertlerimizi, farklı deneyimlerimizden çıkarttığımız ortak edinimlerimizi, sorgulayışlarımızı paylaşmak hem terapi gibiydi hem de düşüncelerimize daha da derinlik katıyordu.
Kafa ve gönül denkliği insanlar arasındaki ayrılığı ortadan kaldırıyor. Egolarımızın diliyle değil, sevginin diliyle yazdık. Hikayenin kendi akışına izin verdik, müdahaleden kaçındık. Sonradan birlikte devam edemeyişimizin sebebi birarada yapılan işin zorluğundan veya egosal sebeplerden ötürü olmadı, elimizde olmayan dış etkenlerden kaynaklı tek başıma götürmek zorunda kaldım. Günay’ın işleri çok yoğunlaştı ve devam edemedi. Ben tek başıma devam ederken hikaye, çocuk masalından yetişkinlere hitap eden bir içsel gelişim yolculuğuna dönüştü.
- Kitabın ana karakteriyle okuyucu kendini nasıl ilişkilendirir?
Hepimizin içinde küçük bir Sarvan yatıyor, keşfedilmeyi bekleyen, kendine varmak isteyen, kendinden yeni bir ben doğurup varoluş amacını gerçekleştirmek isteyen. Vakti gelen kişi Sarvan gibi bir uyanışa geçiyor ve sorularla bir evrim yolculuğuna başlıyor. Sarvan bu yolda gidenlerle aynı amaçlara ve sorulara sahip bir kâşif.
- Elinizde sihirli bir değnek olsaydı bu dünyada neyi değiştirmek isterdiniz?
Elimizde zaten sihirli değneklerimiz var. Yaratan’ın bize kendinden bir zerre olarak verdiği her sıfat bizim sihirli değneğimiz. Dileğim bütün insanların bunu fark etmesi ve ellerindeki gücün farkında olarak bu gücü aktive etmeyi öğrenmek için bu yola düşmesi. Sarvan da bunu fark edip bu yola düşen kaşiflerden biri.
- Ne tür bir okuyucu kitlesine hitap ediyorsunuz?
Bence her tür. Çünkü Sarvan içinde bir çok süptil mesajların yer aldığı ancak hikayesel bir romandır. O yüzden her okuyan kendi bilinç seviyesi miktarında bir şeyler alıyor. Masalsı olduğu için de okurunu hiç sıkmadan onun almaya hazır olduğu kadarını veriyor.
- Gelecek ile ilgili projelerinizden bahseder misiniz?
Hiç durmadan öğrenmek, kendimi geliştirmek ve öğrendiklerimi de tüm insanlıkla paylaşmak.
- Yazdıklarınızı kimsenin okumayacağını bilseydiniz yine de yazar mıydınız?
Yine de yazardım çünkü yazdıklarımın hitap ettiği bir kesim olduğunu ve bu kesimin ilerde daha da çok artacağını biliyorum. En başta yazdıklarımı oğluma okutmak benim hem insani hem de annelik görevim ve sorumluluğum.
- Kitabınızda önsöz bulunmuyor bunun bir sebebi var mı?
Önsöz yazımı ikinci kitaba saklıyorum. Çünkü bu iki kitaplık bir seri ve anlatmak istediklerimin hepsini hikayenin tamamlanacağı yani ikinci romanın önsözünde yazmak istiyorum.
- Kitabınız tutsun, çok satılsın diye neler yaptınız?
Aslında daha hiçbir şey yapmadım. Basılması bile Allah’tan gelen bir mucizeydi diye düşünüyorum. Tam Covid’in hortladığı Mart ayında basıldı, birçok zorluklardan geçerek. Sonrasında da zaten süreci biliyorsunuz. Her ne zaman olursa olsun, doğru vakit geldiğinde bu romanı okumaya, anlamaya hazır olan herkese ulaşmasıdır dileğim.
- Özellikle Sarvan’ın 17. bölümünde metinlerinizden anlıyorum ki sizdeki annelik sevgisi çok büyük. Sarvan’ı okuyan biri, sizi yavrusuna sarılmış bir anne gibi hayal etmekten kendini alıkoyamıyor. Bu imaj hoşunuza gidiyor mu?
Aslında o bölümleri yazarken daha hamile bile değildim. Eğer anne olduktan sonra yazsaydım nasıl yazardım hiçbir fikrim yok J O bölümlerden kısa bir süre sonra hamile kaldığım düşünülürse sanırım hazırmışım. Sarvan da benim yavrum gibi hissediyorum zaten.
- Özgürlük sizin için ne ifade ediyor?
Özgürlük kendini gerçekleştiren insan demek. Beş duyusunun sınırlarından kurtulmuş, beden zindanından özgür kalmış, kendi potansiyellerini tamamıyla gerçekleştirerek ‘insan’ olabilmiş varlıktır. Hepimiz varoluş amacımızı gerçekleştirdiğimizde özgür olacağız.
- Bölümde Sarvan kolunu kırıyor ve Farel tarafından pek çok bölümde eğitiliyor. Farel’in bilgelik dolu yaşamı, geniş kütüphanesi ve Sarvan’ın öfke ile ağaca saldırması, sizin hayatınızda hangi olay ve dönemlere karşılık gelir?
Bir çok döneme, tıpkı herkesin kendi yaşamında defalarca bunu yaşadığı gibi. Bizler hayatta hep bir şeyleri kestirmeden, kolay yoldan yapmak isteriz. Sabretmek, Yaratan’ın bizim için daha güzel planları olduğuna inanmak, hayata güvenmek ve ona kendimizi teslim etmek en zor şeydir öğrenilmesi gereken.
Kendimiz için iyi olduğunu zannettiğimiz şeylerin peşinde koşar dururuz, olmadığında defalarca zorlarız o kapıyı açmayı, açamadığımızda ise öfkeye, umutsuzluğa düşeriz. Halbuki bilmeyiz hayatın bizim için çok daha güzel planları var, yaşadığımız bütün sıkıntılar, hoşumuza gitmeyen her olay aslında bizim bir şey öğrenmemiz, kendimizi geliştirmemiz içindir.
Sarvan da bu yolculukta hayatı, kendini ve varoluşun sistemini öğrenmeye başlıyor. Bu yolculuğa çıkış hedefi olan Devler Vadisi’ne varana kadar aşması gereken birçok mertebenin olduğunu, bunlardan en önemlilerinin de sabır, güven, teslimiyet ve sevgi olduğunu yolda ilerledikçe görüyor. Ve yolda yürümenin, yürüdükçe edindiklerinin hazzına varmaya başlıyor.
- Günümüz gençlerine üç tavsiye verseniz bunlar ne olurdu?
Aslında üçten çok daha fazla tavsiye vermek isterim. Ama en önemli üçle sınırlandıracaksak eğer: çok okuyun ama doğru bilgi okuyun – kendinize ve hayata güvenin – sevin.
Röportajın birinci bölümünü okumak için…