Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

Hey Ahbap

Emrah Aydoğdu ile 10 yıl kadar önce tanışmıştık. Bilim kurgudan şarkı sözü yazarlığına, yönetmenlikten sahne şovlarına pek çok işe bulaşmış sanatçı bir dost. 2012 yılında Göbeklitepe’de başlayıp Büyükada, Balat gibi ortamlarda sonlanan bir bilim kurgu film senaryosu yazarken dostluğumuz derinleşti. Maalesef senaryo hala çekilme fırsatı bulamadıysa da artık bir hikâyenin peşine düşmüşlüğün ortaklığı aramızda bitmeyecek bir ortak zemin oluşturmuştu. İşte bu vakitler büyük usta Joseph Campbell’ın büyük eseri Kahramanın Sonsuz Yolculuğu’nu iyiden iyiye irdelediğimiz güzel aydınlanmalı, muhabbetli günlerdi. Usta antropolog Cambell bu kitabında her insanın (evliyalar, ermişler, peygamberler, mitolojik kahramanlar vb.) aynı süreçlerden geçerek kendi kahramanını yaratmasından bahsediyordu. Kısaca sizlere de özetlemem gerekirse bu tamamlanmış kahramanın evreleri şu aşamalardan oluşmaktadır:

İşlediğimiz kahramanları hep bu döngüye sadık kalarak sekanslara paylaştırma ve uygun metinleri üretme üzerine epeyce mesai harcadık üç arkadaş. Gel zaman git zaman Emrah bir çocuk sahibi oldu ve çalıştığı medya ajansından ayrılıp İstanbul’daki yaşantılarını Marmaris’e taşıdı. Hayatın cilvesi sonucunda benim de sekiz ay farkla bir çocuğum oldu ve üç aylık olan kızımız Su Dünya, Toros Tan ile Marmaris’te tanıştılar. Bu kızımız için ilk uçağa binme deneyimi, ilk güzel deniz ve orman görme deneyimiydi. Toros Tan da ilk arkadaşlarından sayılırdı. Emrah’la bu defa çocuklarımıza güzel bir şeyler bırakmak için yeni bir projeye daldık. Doğal Yerel adıyla bir site oluşturduk ve burada sağlıklı ürünleri Muğla’dan tüm Türkiye’ye satmayı planladık. Marmaris Hisarönü’nde tatlı bir çalışma alanımız vardı ve hayat o kadar güzel gözüküyordu ki İstanbul’dan. Kısa zaman sonra Muğla’ya taşınmamızda önemli bir rol oynadı bu dostum ve ailesi. Arık yine aynı şehirlerdeydik ve belki şu Luviler, Göbeklitepe, bilim kurgu senaryomuzu tekrar ele alabilirdik.

Derken; Emrah beni aradı, sesi hüzünlüydü. Toros Tan bir takım testlerden geçmiş ve SMA (Spinal Muscular Atrophy) adı verilen, tedavisi olmayan nadir bir hastalığa sahip olduğu kesinleşmişti. Eşimle günlerce gözyaşı döktük. Kızımız yürümeye henüz başlamıştı o günlerde ve Toros Tan belki hiç yürüyemeyecekti. Bu dayanılır gibi değil, diye düşünüyor insan. Bu haberi aldıktan tam iki gün sonra Amerika’da Spinraza adında SMA tedavisinde olumlu sonuçlar doğuran bir ilaç FDA’dan onay almayı başardı ve mucizevi sonuçları gözlemleniyordu. Ancak ilacın senelik hasta başına maliyeti iki milyon lira civarındaydı. Buna sevinilir mi üzülünür mü bilemedik. Sadece Joseph Cambell’ın kahraman evrelerini anımsadık. Emrah şu an tam “Balinanın Karnı” denen yerdeydi. Türkiye’de bu hastalığa sahip 5000 kadar çocuk var ve bu çocuklar yaşı ilerlediği zaman son fotoğraflarını çektirip diğerlerine internetten bir veda gönderiyordu. Toros Tan erken tanıya sahip bilinçli bir ailenin çocuğu. Bilin bakalım ne oldu? Haklısınız bu hüzünlü hikâyeyi detaylarla boğucu hale getirdim ama biraz konuya vakıf olmanızı ve biraz da olduğu gibi paylaşmak istedim.

Emrah Marmaris’teki çok sevdiği işini (Doğal Yerel) ve evini kapattı, tedaviye yakın olabileceği İstanbul’a geri döndü. Diğer SMA’lı çocukların ailesiyle bir araya gelerek dernek kurdular (SMA – Benimle Yürü Derneği). Şimdi Sağlık Bakanlığı’nın bu ilacı alıp ailelere daha makul olanaklarla sunması için kamuoyu oluşturmaya çalışıyor. Yani kahramanımız şimdi 5000 çocuk için iş başında. Sevgili siz okurların da bu konuda duyarlılık göstereceğine ve destek olacaklarına inanıyorum.

İş ve evi kapatıp onca maliyetli tedavi masraflarını karşılamak için eski dostu Haluk Levent ile tekrar çalışmaya başlayan Emrah neşeyle beni aradı! İşte tam bu nokta neden bu hikâyeyi Joseph Campbell ile bağladığımı anlatmak istediğim yer. Anadolu halkı malumunuz bolca çile çekmiş bir halktır. Siyasilerimiz ilerleme, kalkınma, demokrasi, batılılaşma, batının da ötesine geçme, muhafazakârlık vesaire söylemlerle oy toplamaya çalışadursunlar gerçekten halkçı olduğunu, halka yüzünü döndüğünü bize yani halka ispatlayan, inandıran bir iktidar, hükümet pek göremedik desek yalan olmaz sanıyorum. Her ilerleyen önce kendi ballı parmaklarını yaladı ve fakir, fukarayı unuttu. Bu noktada hiç birini diğerinden ayırmadan söyleyebiliyorum. Emrah’ın idealist yolculuğu kendi içindeki kahramanı diriltme istenci ve özverisi onu yepyeni bir oluşuma taşıdı. Haluk Levent’in kahraman yolculuğuyla kesişen yolları AHBAP: Anadolu Halk ve Barış Platformu’nu doğurdu. İşte Emrah’ın sesindeki neşenin kaynağı bu yeni oluşumdu. Önce siyasi bir parti gibi algılandıysa da bizim siyaset üstü bir duruşumuz olmalıydı.

Demokrasi gibi beylik bir sözü aşıp yerine yeni bir kavram olan Sevokrasi’yi getirerek işe başladık. Sanırım Sevokrasi kavramını çok açmama gerek yok, tıpkı sizin anladığınız gibi. İşin güzel yanı ise bu sanatçı dostların hayran kitlesi durumu öyle güzel sahiplendiler ki iki ay içinde Twitter’da 51.000 takipçiye ulaştı. Dahası 81 il 957 ilçede isim isim örgütlendiler. Buluşmalar düzenleyip, birbirleriyle tanıştılar. Yardıma muhtaç kimseleri tespit edip onlara yardımlar götürüyorlar. Beğeni peşinde koşturup dudak büzerek küçük şöhretler peşinde koşmaktansa böyle bir sosyal yardımlaşma ağının parçası olmak daha cazip gelmiş bazı genç dostlarımıza, Ahbap’larımıza. Onların çabalarıyla onur duyuyoruz ve onlara “Hey Ahbap bence en cool sensin” diyorum. Şimdi “Ödül, Kılıcı Kavrama” aşamasındayız. Pek çok kahramanın yolları Ahbap ile kesişiyor ve belki de bir Anadolu Aydınlanması’na dönüşebilecek bu hikâyenin altına odun atıyoruz. Bendeniz de kendimi bu oluşuma naçizane hünerlerimle adamış bulunuyorum.

Bir gün ihtiyarın teki uzunca bir sahilde yürüyüp kıyıya vuran denizyıldızlarını denize geri atmaktaymış, o sırada karşılaşan biri demiş ki; ey ihtiyar bu sahil kilometrelerce uzanmakta ve dalgalar denizyıldızlarını tekrar kıyıya vurmakta, senin bu uğraşın ne kadar saçma ve anlamsız farkında mısın? İhtiyar durmuş, bir süre sessiz kalmış, düşünmüş ve cevap vermiş; bu bana anlattığını denize attığım diğer denizyıldızlarına söylemek ister misin?

Küçücük bir güzelliğin nasıl yangına, çığa dönüşebildiğinin örneğini paylaşmak istedim sizlerle. Ya göz yumacağız ya da bir şeylerin güzelliğe evirilmesi için küçük çabamızı göstereceğiz. Hz. İbrahim için Nemrut büyük bir ateş yakmış ve o sırada bir serçe ağzında suyla ateşe doğru uçarken demişler ki; ey serçe o ağzındaki su o ateşi söndürmeye yetmez. Serçenin cevabı ise; biliyorum ama safım belli olsun, olmuş.

Ahbap oluşumu sadece Haluk Levent ya da Emrah’a ait değil. Benim, senin ve aynı duyarlılıkta her pozisyondan, statüden insanın katkı ve desteğiyle bizi şimdiden aşmış ve katbekat aşmasını temenni ettiğimiz bir oluşum. Duyarlılıkla kalmanız dileğiyle. Aşk olsun!

Exit mobile version