Bir arkadaşım sordu;
“Niçin iyi insanlar kötü şeyler yaparlar?” diye.
“Geçmişlerinde yatan birçok sebep var” dedim.
Ben de kendime o kötülükleri yaptım, bir başkasına değil.
Tasvip etmediğim davranışların, olayların içine girdim, geçmişte.
Ve başkalarını da eleştirdim, yargıladım.
Ne mi oldu sonra?
Tabii ki eleştirdiğim, yargıladığım şeyleri, kendim de yapar buldum.
Bu da yetmiyormuş gibi, yanlış olduğunu bile bile, o yanlışta yaşamaya devam ettim.
Bu işte zihnimizin bize oynadığı oyundur.
Alışkanlıktır yaşanılan şeyler. Alıştığımız için olumsuzluklara, ya da acılara bilinçaltında, aynı şeyleri yaşatan olayları da insanları da normal kabul ederiz.
Nasılsa zihnimiz alışmıştır mutsuzluğa (bilincin altında bedenimizde kayıtlıdır her şey)
Ah o zihnimin bana yaptığı oyunları kendime itiraf edip de yüzleşinceye kadar çektiğim cehennem azaplarını anlatmaya kağıt, kalem yetmez.
İnsan sürekli olarak baltalar kendini, derinliklerinden gelen ruhun sesini duymadan, varlığını cezalandırır. Yok sayar onu. Niçin görmemezlikten geliriz, bizce yanlış olan durumları?
Eğer ki yanlış olduğunu vicdanınız bir kez size fısıldamışsa. Bu yanlıştır ve sizin yanlışınızdır.
Başkalarının yanlış ya da doğru demesi değil.
Sizin yanlış ve doğruyu kabul edip, ayırt edebilme sorumluluğunu almanız gerekir.
İşte burada kendimize dürüstlük önemli. Nefsimi yani olgunlaşmayan zihnimi dinlersem, o hep haklı çıkmak ister. Alıştım ben, bu alışkanlığı bırakmak istemiyorum der. Bunun için, eğer yaşadığı ilişkide fiziksel ya da duygusal şiddet varsa, mutsuzsa insan, bunu görmemezlikten gelir.
“Aman, nasıl olsa alıştın” der düşüncesinin sesi.
“Şimdi bu saatten sonra bu kocamı ya da karımı bıraksam, gelen bundan iyi mi olacak?”
Bakınız bu soruyu soran, düşünce acaba kime ait?
Geçmişten bize ekilen anne, babamızdan kalan bir düşünce kalıbı mı?
Biliyorsunuz enerjiler, düşünceler bulaşıcıdır. Hele çocuklar sesli, sessiz birçok şeyi anne karnından başlayarak kaydediyor hücrelerine.
Bir de etraftan, komşulardan, arkadaşlarından aldığı düşünceleri de duyduklarını da sanki kendi düşünceleri gibi hisseder artık kafasının içinde.
İnsan büyüdüğünde hepsi kalıplaşmış inançlara dönüşüyor.
Çok derin bu konular. İdrak edebilmek herkese nasip olsun.
Kişi, bir şekilde şiddeti normalleştirir ve beraberliğini sürdürmeye devam eder.
Bir de korkular bunu destekler.
Kaybetme korkusu, kocam ya da karım bana zarar verebilir korkusu ve buna benzer şeyler, kişiyi harekete geçirtmez ve o alışkanlıklarında yaşamayı seçer insan. Çaresiz hisseder kendini.
Her iki durumda da hep yine düşüncelerimizle kendimizi cezalandırmaya devam ederiz.
Farkında mıyız? Çoğu zaman zanlar içinde olduğumuz için, hayır farkında değilizdir.
İç seslerimiz:
“Biri doğru olanı yapmamız için üstelerken öbürü bizi dosdoğru şeytana uymaya yönlendirir.” der Debbie Ford kitabında böyle yazmış.
Şeytan iç sesimizde gizli.
Bu kitabı mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum.
Niçin İyi İnsanlar Kötü Şeyler Yaparlar? Harika bir kitap.
Ben de niçin iyi insan dediklerimiz, hep başkalarını suçlarlar da bir dönüp kendilerine bakmazlar, diye soruyorum.
Bir de bu yüzü var. Hep başkalarını suçlayan iç sese sahipsek (zihnimizden) yine kendimizi görmez, kibirli düşüncelerimiz bizi ilahlaştırır.
Kendimizi büyük görür, herkesi küçümseriz.
Aslında yine altında varlığımızı yok saydığımız için kendimizi değersiz hisseder, küçük görürüz.
Bu seferde düşüncelerimiz, zihnimiz, nefsimiz, olgunlaşmamış egomuz ne isim verirseniz verin, yine insanın kendini büyük gösterir ve kibre saptırır.
Ah bu zihnimiz yok mu?
Bilinç işte burada ortaya çıkıyor.
İnsan bilinci ”tek parça” değildir; epeyce çok yönlüdür, hareketlidir, tutarsız, değişken ve kırılgandır. diyor yine kitapta.
Ben de diyorum ki;
“Kesinlikle bilinç seviyemizi yükseltmek zorundayız.”
Bu da zihnimizin zararlı olumsuz düşünce kalıplarından kurtulmakla mümkün.
Bilincin altında çok ayrık otlarımız var sevgili arkadaşlarım.
İşte bu otları ayırma, temizleme zamanı geldi de geçiyor.
Düşüncelerden, duygulardan özgürleşmeden, geçmişin geçmeyen yaralarından şifalanmadan bilinç yükselmesi yaşayamayacağız.
İnşallah ki farkında oluruz birçok şeyin.
Kendimize dönüp bir şekilde yüzleşirsek, bizi aşağı çeken durumlarla ya da yukarı çeken olaylarla.
O vakit cesaretimiz olur yola çıkmaya.
Yola çıkmadan da yol açılmıyor.
Yine çabamıza göre birçok düğüm çözülüyor hayatımızda.
Kendimizi keşfetmeye, tanımaya gayret edersek, inanın birçok şey kolaylıkla oluyor.
Kader gayrete aşıktır demiş sevgili Yunus Emre.
İnsanların kendilerine olan inançlarını kaybetmemelerini ve her zaman azimle devam etmelerini, vazgeçmemelerini vurguluyor.
Yine nerden nereye geldik.
Evet iyi insanlar da kötü şeyler yapabiliyor.
Niçin yapıyoruz bunları?
Geçmişin izlerinden dolayı, kendimizi sabote ediyoruz ve ailesel sebepler de etkili.
Her iki yanımızı da görmek zorundayız.
İç seslerimizi tedavi etmekle biz kendi çabamızdan sorumluyuz.
İçimizde havlayan iki köpek vardır. Hangisini duyar güçlendirirsek o köpek güç kazanır.
Bakın bu konuda yazılmış minik bir öykü bile var.
Yaşlı Kızılderili reisi ve torunu kulübelerinin önünde oturmuşlar, az ötede birbirleriyle boğuşup duran iki kurt köpeğini izliyorlardı.
Köpeklerden biri beyaz, öteki siyahtı ve oniki yaşındaki çocuk kendisini bildiğinden bu yana o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı. Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki kurt köpeğiydi bunlar. Çocuk kulübeyi korumak için bir köpeğin yeterli olduğunu düşünüyor, dedesinin neden ikinci köpeğe gereksinim duyduğunu ve renklerinin neden illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık.
Torununun bu yöndeki sorusunu, yaşlı reis bilgece bir gülümsemeyle yanıtladı:
“Onlar benim için iki simgedir yavrum.” dedi; “Biri iyiliğin, öteki kötülüğün simgesidir. Aynen bu köpekler gibi, iyilik ve kötülük de içimizde sürekli bir savaş içindedir. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için sürekli yanımda tutarım onları.”
Çocuk sözün burasına bir nokta koydu;
“Onların arasında bir savaş varsa, kazananı, kaybedeni de olmalı” dedi; yeniden sordu: “Dede, sence hangisi kazanıyor bu savaşı?”
Reis, şu yanıtı verdi:
“Ben, hangisini daha çok beslersem, savaşı o kazanır.”
İç seslerimizin patronu olabilmeyi, olgunlaşıp birey olabilmeyi diliyorum.
Tasavvuf ilminde der ki;
“İslamiyet, teslim olmaktır. Nefsinin hakimiyetini ele almak, nefsini müslüman etmektir.
Nefsini teslim eden kişi(arınan, nefsini olgunlaştıran) kişidir. Nefsin arınması nasıldır? Her şeyinle teslim olarak, peki nefsin olgunluğu, teslimi neye, kime?
Evet bu soru üzerine tefekkür etmek gerek.
Bence Ruha.
Nefs, ruha teslim olunca ilahlığını bitirmiş oluyor.
Ruh kime teslim olacak?
Hepimiz bunun üzerine düşünelim, tahkik edelim.
Bakalım neler çıkacak bu tefekkür halimizden?
Sevgiyle kalınız.