Gönlü, gönlün derinliklerini, sevgiyi ve imanı öğrenmeye dair…
İnsanlar kadim zamanlardan beri kalbi merak etmişlerdir. Kalp, ilk bakışta insanın maddesel yapısının devamını sağlayan bir motor gibi sanılır. Halbuki insan vücudunun merkezinde yerleşir. Çok önemli sırları vardır.
Kalbin maddi ve manevi hikmetlerini görmek için önce maddesindeki mesajları anlamak lazım gelir. Allah, kalbin maddesindeki mesajlarıyla “İnsanlığın en önemli sırrı kalptedir.” emrini vermektedir. Kalbin maddesi itibariyle baktığımız zaman öncelikle sıradan bir kas saymak, tümüyle maddesel bir organ saymak gaflettir. Kalp dokusu kesinlikle kas değildir; tam aksine sinir ve kas arasında çok özel bir dokudur. Bir yerde kalbin duygusal sistemle motor sistem arasındaki köprüdür.

Kalbin sinirsel doku yapısı ve içindeki özel sinir merkezleri ayrı bir elektronik bağlantıyla birleşince göğüs boşluğunda bambaşka bir mekanizma oluşuyor. Bu mekanizmanın beyinden kalbin atışıyla ilgili bir ahengi vardır. Vücudun çeşitli yerlerinden gelen faaliyetler kalbe elektronik bağlantılar gönderir. Kalp kası kendi minik elektronik beyincikleriyle idare edilir. Bir kalbi tamamen beyinden uzaklaştırırsanız yine kendi çalışır. Kalp kendi elektrik enerjisini üretir, bu da özel doku sırrından doğar.
Kalbin diğer sırrı kapaklarındadır. Kirli kan ile temiz kan arasında geçiş santrali vazifesi görür ve dört odacığın kanları dağıtma vazifesi zorunludur. Bu dağıtım kapaklarla süregelmektedir. Kirli kanı akciğere göndermek ve temizlemek, akciğerden geleni de tekrar vücuda göndermek olayı nazik ve elektronik sistemlerle idare edilen bir hadisedir ve bunun seyredilmesi biyolojik bir ihtişamdır.
Kalbin bir karıncığına gidip de bu kapakları seyretmeye gücümüz yetse göreceğimiz şey; saray perdesi gibi üst üste dizilmiş minicik kasların, kalp duvarındaki kas ve sinir dokusuyla yavaş yavaş artan ahenkli dalga hareketi gibi elektriksel yansımalar oluşturduğudur. Adeta kalbin içindeki temizlenmiş kanı vücuda ulaştırırken titreşirler.
Kalp damarları, kalbe monte edilmiş borular değil; kalbin uzantılarıdır. Kalp dokusunun vücudun en uzak hücresine kadar devam etmesi olayından ibarettir. Damar her noktada o hücreleri ziyaret eder. Bundan dolayı rahatlıkla söyleyebiliriz ki kalp, en ufak ve en uzak hücrelerin dahi hayatını yaşayan, yaşatan, onunla iç içe olan bir organdır.
Kalpteki bu muhteşem senaryoda duygu sisteminin üzerinde duralım. Kalbin manası başka, duygusu başka ve maddesi başkadır. Ayrı ayrı birleşince kalbi ancak o zaman anlatabiliriz. Kalbin duygusunu çok eski insanlar sezmişlerdir ancak o zamanın bilim seviyesiyle ispatını bulamamışlardır. Fakat birkaç olay vardı ki kalpte mutlaka duygusal sistemle yakınlık vardır.
Duygusal sistemin neresinde olduğu çözülememiştir. Mesela bir duyguda kalbin sızladığını, sıkıştığını, dans ettiğini her insan hisseder. Kim gördü ki üzüldüğünde, heyecanlandığında beynin değiştiğini? Aksine herkes “Göğsüm sıkıştı, göğsümde hissettim.” der.
İnsanoğlu, tümünün kalpte olduğunu bilir ama bunun nasıl olduğunu anlayamazdı. Son 30 yılda üçüncü bir sinir sisteminin olduğu ortaya çıktı:
- Merkezi sinir sistemi: Bildiğimiz mekanik, hareketsel, iradi sistemler; beynin merkez hücreleri.
- Otonom sinir sistemi: Kontrol dışı olan, iç organların, hormonların salgılanması gibi işlevleri yerine getiren sinir sistemi. Bu da bitkisel sinir sistemidir, temel hayati fonksiyonlardır. Bir kısmı beyinde, bir kısmı omurganın iki tarafındaki ufak merkezlere bağlıdır.
Bu iki sistem, son 30 yıla kadar yalnız sanılıyordu. Yavaş yavaş anlaşıldı ki birtakım duygular buraya yerleşemeyecekti. Bunların en ilginci üzüntüler ve hazlardır. Sevgi, acı, hasret, kırgınlık gibi hadiseleri bu iki sisteme koymak mümkün değildir.
Kalpte duyguların merkezi meselesi uzun süre tartışılsa da kesin olarak tespit edilememiştir. Bir insana haz ve sevgi duydurmak yalnızca organlarla mümkün değildir. Ancak Rus bilim insanları, göğüs boşluğunda, kalp civarında bu merkezlerin var olduğuna dair iddialarda bulunmuştur. Onlara göre bu merkez, madde ile mana arasında bir geçiştir. Çünkü haz duymak, sevgi almak olayı manasaldır; vücuda etkisi ise maddeden gelir.
Sevgiden doğan birtakım reaksiyonlar vardır; mesela sevdiğinde iştahın açılması veya kapanması gibi. Madde ve mana arasındaki bu geçişleri tamamen kalp yönetmektedir. “Acaba kalbin bu duygu sistemleri nerededir?” diye araştırıldığında kalbin anatomik yapısında çok önemli bir organcık göze çarpar. Bu yapı, kalbin en üst yanında, damarların çıktığı yere yakın bir noktaya yapışıktır. Yapısı da kalbin genel yapısına nazaran sinirseldir.
Bu bölge tahrip edilirse sevgi veya haz meydana gelemez. Kalbin duygusal yanı, maddesinin yanında manaya ait olduğu için bunu laboratuvar ölçümleri ya da salgılarla açıklamak mümkün değildir. Kalbin üzerinde görülen bu yapılar, manevi duygu sisteminin yataklarıdır. Buradan gelişen ve oluşan duygular, dışarıdan gelen ve henüz bilmediğimiz etkiler aracılığıyla kalbin kapaklarında maddesel yapıya dönüşür, sonra bitkisel sisteme ve oradan tüm vücuda yayılır.
Bu etkileşim ve duygusallığın maddeye çevrilmesinde çok önemli iki organ vardır: göz ve kulak.
14 asır evvel mucizevi bir ayetle bu tanımlanmıştır:
“Onların kalplerini ve kulaklarını mühürledik; gözlerinde de perde vardır.”
Bu ilahi kelam bize kalp konusunda iki çok önemli mesaj verir:
- Kelamın gramerindeki incelik şudur: “Kalplerini” derken çoğul, “kulağını” derken tekil kullanılır. Buradaki incelik, kalbe ikilik getirilmesi (madde ve mana yönü), kulağın ise tek bir bağ ile ifade edilmesidir. Bu aynı zamanda kulak ile kalp arasındaki özel ilişkiyi gösterir.
- Kalbin duygusal sisteminde kulak ile kalp arasında bağlantı olduğunu ilk kez Kur’an haber verir. Duygu sistemi olarak yaratılan kulak, aslında bir teliyle beyne, bir teliyle kalbe bağlıdır. Bundan dolayı bir sözün kavranabilmesi sadece beyinle değil, kalp vasıtasıyla olur.
İşte bu noktada birinci mucize; madde kalp ve mana kalp ayrımıdır. Ayette madde kalbinden hiç bahsedilmez, duygusal yönü ön plana çıkarılır.
Bir insan baktığında gerçekten görmek için kalp ile göz arasında iletişim olması gerekir. Eğer kalbin mana ve duygu yönü kapalıysa, kişi gördüğünü fark edemez. Gördüğünü görür ama özünü, inceliğini, güzelliğini kavrayamaz; haz duyamaz, mana çıkaramaz.
Kalbi mühürlenenin kulağı da mühürlenir. Allah bir kalbi mühürlerse, göz açık kalsa da kalp yaşamıyor demektir. Kulak ve göz, kalbi sürekli besleyen iki kaynaktır. Kalbi mühürlenen kişiler fiziksel olarak görür ama mana âlemine kapalı kalır.
Kalbi mühürlenenin yalnız manası değil, duygusu da mühürlenir. Bu insan tüm zevklerden mahrum kalır; anlayış, gönül sızısı, merhamet biter. O kişi artık tam anlamıyla zalimdir, çünkü kalbin duygusallığı yok olmuştur. Allah’ın emriyle mühürlenen bu organ, insanlık vasıflarını yitirir. O zaman kalp sadece mekanik bir kan pompasından ibaret kalır, duygusallığı taşıyamaz.
Bu sistemin içinde Allah’ın göz-kalp ilişkisini görüyoruz. Gözyaşı doğrudan kalbe bağlıdır. Aralarında kısa bir yol vardır ki, kalbin gözü harekete geçirdiği kesindir. Bilim dünyası kalpte ne kadar madde görmek isterse istesin, bunu nasıl açıklayacağını bilemez. Bu doğrudan doğruya Allah’ın mucizesidir.
Kalbin manası, sadece kan pompalayan bir organ olmaktan çok öte. Kalp, insanın iç âlemine açılan kapı. Bütün sırların saklandığı, hakikatin yankı bulduğu mekânsız bir boyut. Zamanın ve mekânın ötesinde, sınırsız bir alanı içinde taşıyor aslında. Bazen gözlerimiz göremez, aklımız çözemeyebilir ama kalp zaten bilir.
Hz. Ali’nin sözü de bunu hatırlatıyor bize: “İnsan, küçük bir âlem; kalp ise büyük bir âlemdir.” Kalbin içindekini keşfetmeye başladığında, sen artık sadece kendini değil, koca âlemi tanımaya başlıyorsun.
İşte gönül de bu yüzden “kâbe” diye anılır. Taş duvarlardan örülmüş bir binadan daha ötede, kalp aslında Allah’ın nazargâhıdır. O yüzden gönül kırmak en büyük günahlardan sayılır; çünkü orası bir mabettir. İçine sevgiyi, şefkati, ışığı koyduğunda kalbin kâbe olur; içini kinle, kibirle, kıskançlıkla doldurduğunda ise kendi içinde karanlık bir boşluk yaratır.
Kalbin manasını anlamak, aslında kendi hakikatini anlamak demek. Çünkü kalp, mekânsızlığın içindeki sonsuz yolculuğun merkezidir.
Tasavvufta gönül eğitimi ve nefsin arınması
Gönül eğitimi olmadan insanın kendini bulması mümkün değil. Çünkü gönül bir aynadır; nefsin karanlık taraflarıyla yüzleştiğinde o aynada gölgeler belirir, onları temizlediğinde ise ışık ortaya çıkar. Tasavvufta en çok vurgulanan şeylerden biri de bu: nefsin arınması.
Nefs, bizi dünyaya bağlayan arzular, hırslar, öfke ve kibirle kendini gösterir. Gönül eğitimi ise bunların üzerine bilinçle eğilmeyi gerektirir. Yani bastırmak ya da yok saymak değil; fark etmek, dönüştürmek ve teslim olmayı öğrenmek.
Bir mürşidin rehberliğinde, zikirle, ibadetle, sabırla ve hizmetle kalp yavaş yavaş arınır. Nefsin ağır zincirleri çözülmeye başlar. Bu süreç kolay değildir; çünkü insan kendi gölgeleriyle yüzleşirken acı çekebilir. Ama işte tam orada gönül terbiyesi devreye girer: kalbi kin yerine affa, kibir yerine tevazuya, korku yerine teslimiyete yöneltmek.
Tasavvuf ehli der ki: “Nefsini bilen, Rabbini bilir.” Çünkü gönül eğitimi aslında nefsin karanlığını aşarak kalbin hakikatine ulaşma yolculuğudur. Kalp saflaştıkça, ilahî aşkın tecellisi daha çok hissedilir.
Bu yazıda Dr. Haluk Nurbaki’nin videoları ve kaynaklarından derlediklerimi kendi yorumumla yazdım okuyana ışık olması dileğiyle



