Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

Kalpten iste olsun!

Günümüzün en popüler kelimelerinden biridir “kalpten iste olsun”. Gerçekten öyle midir? Olmak ve oldurmak için kalp ne kadar güçlüdür ki? İnanç bir yere kadar taşır sonrasında el ve ayaklar ve düşünce ve çaba gerekmez mi? Hiçbir çaba göstermeden sadece kalpten isteyerek yapılan ne var acaba dünyada? Kızamık aşısı mı? Kolera aşısı mı? Veba aşısı mı? Milyonlarca insan ölürken, dualar edilirken, kurbanlar kesilirken, suçsuz ve günahsız insanlar bu hastalıkları yayan cadılar olduğu için asılırken, milyonlarca insan gözyaşı dökerken, Allah’ı, melekleri, peygamberleri, Meryem’i, İsa’yı, Muhammed’i canı gönülden çağırırken hangi hastalık tedavi edilebildi. Hangi hastalığa çare olunabildi. Eğer ki Waldemar Haffkine olmasaydı, milyonlarca insan kolera ve vebadan ölmeye devam edecekti. Edward Jenner olmasaydı milyonlarca çocuk su çiçeğinden ölecekti. Bütün bunlar kalpten istemekle gerçekleşmedi, emek ve çaba ile gerçekleşti. Ve her biri yüzlerce kez denedi, denedi, denedi ve sonunda başardı. Yaşamak böyle bir şeydi, istemekle değil çabayla büyüyordu…

Günümüzde bir hastalık haline gelen ve gittikçe daha çok insana bulaşan ve yerinde saymayı dayatan, ilerlemeyi engelleyen bir bakış haline dönen ve yanlış yorumlamalarla, ataleti, bencilliği, kibri ve tembelliği topluma empoze eden farklı düşünce ve fikirler çoğalmaya başladı. Kiminle konuşsan, dışarıdaki dünyadaki tüm kötülüklerin içinde olduğunu söylüyor, kime dönsen; kalpten isteyerek her şeyi elde edebileceğini anlatıyor, kimin kapısını çalsan, candan teslim olman ve akışa teslim olman gerek diyor. İyi de bataklığın içinde çırpınan bir adam var ve ben dışarıdayım ya da ben bataklığın içinde çırpınıyorum ve o adam dışarıda burada aynalıklar, böyle olması gerekiyormuş demeler, akışa bırakmalar sadece ve sadece bir cinayete sebebiyet veriyor. Bu yüzden bu kadar katil, bu yüzden bu kadar hırsız, bu yüzden bu kadar çok tecavüzcü ile iç içe yaşıyoruz ve ilginç olan şey bunların hepsi bizim içimizde imiş?

Bazen insanlık olarak en büyük eksikliğimizin düşünme, yorumlama ve düşünceye değer katma olduğunu düşünürüm. Sorgulamadan, doğruluğunu test etmeden, sadece A kişisi istemiş olmuş bende isteyeyim de bari olsunlar ile (istenen her ne ise artık…) dünyadaki yaşamı sürdüremeyiz. Hayvanlar akışa en çok teslim olan varlıklardır ki onlar bile çiftleşmek için, beslenmek için ve yaşamak için ülke hatta kıtalar değiştiriyor. “Kalpten iste olsun” cümlesi o kadar çok fazla dile pelesenk ediliyor ki çalışmak ne haddimize, mutfakta yemek kendi kendine pişsin, evi robotlar temizlesin, patron eve maaş göndersin, devlet elektrik ve suyu tükettiğim için bana para versin, ayağımdaki ayakkabı sürekli kendini yenilesin, üç lira harcadıysam cebime beş lira girsin diyecek kadar uç noktalara taşınıyor. Yeni yetişen çocuklar ve gençleri görüyorum, onlarda isteyip oldurtmak peşinde koşturuyor. Dersler rezalet, bilgi yok, çaba sıfır, iki hatta üç sene takviye ders alıyor ama sonuç yine yerlerde. Neden onlarda istiyor ve oldurtamıyor. Sanırım onların da içleri büyükleri kadar kirli ve temiz değil, çünkü kalpten isteyemiyorlar. Beş yaşında ilkokula başlayan bir çocuk on üç yaşında sınava giriyor ki bu hayatının sınavı aslında, kalpten diliyor, başarmak istiyor, dua ediyor, okunmuş pirinç yutuyor ama sonuç, muhtemelen içinde şüphe vardı o yüzden olmadı diyorum.

Uzun yıllardır, yerli ve yabancı kaynaklardan okumalar yapıyorum. Onların bizden farkları çok ilginç geliyor, mesela Japonlar, Çinliler ve Koreliler kalpten istemeyi çok iyi biliyor olmamalılar. Bugün dünyada teknolojik ürün adına aklınıza gelecek ne varsa bu ülkelerden geliyor. Amerikalar da kalpten istemeyi çok iyi biliyorlar sanırım, çünkü onlar da dünyayı tamamen ele geçirmiş durumdalar, üstelik sadece teknoloji olarak değil, kültürel olarak, sanayi olarak, düşünce olarak, yaşam tarzı olarak…. Bu liste uzar gider. Yapay zeka, otonom araç sistemleri, robotlar, insan vücuduna yerleştirilen çip teknolojileri, öğrenen makinalar, kendi kendini yenileyen hücreler, insan ameliyatı yapan robot sistemleri, dünyanı etrafında dönen binlerce ürün sıfır çaba ve çok derinden kalbin en derin noktasından dilenen dilekler ile gerçeğe döndü.

Üzerimize örtülen ya da örtülmeye çalışılan bu kolay yoldan kazanma hikayelerine es verelim artık. Enerji çalışmaları ile “parayı kendine çekme” eğitimleri ve çalışmaları yapan çok sayıda insan tanıyorum ve halen o parayı kendilerine çekemediler… Enerji çalışmaları, düşünce kalıbını değiştirerek ve 21 gün bilmem ne olumlaması yaparak ruh eşini bulmaya çalışan ama her halükârda ruh öküzü ya da ineğine denk gelen çok sayıda insan ile karşılaştım. Aydınlanıp ya da aydınlandığını sanıp aldığı öğretiyi çevresine yaymaya çalışan sonra da efendi mürit ilişkisine sarıp çevresindekilerle birlikte olan da çok sayıda insan gördüm.

Şifayı yanlış anladınız.
İstemeyi yanlış anladınız.
Yaşamayı yanlış anladınız.
Meditasyonu yanlış anladınız.
Akışta olmayı yanlış anladınız.
Suçluya bakıp onda kendinizi görmeyi de yanlış anladınız…

Aslına bakarsanız, size bu konularda anlatılan çok şey kendi içselliğinizde ve kendinizle buluşturamadığınız için, inanmak istediğiniz için, size dayatılan biz yaptık oldu sen de yapabilirsin hikayelerine kandığınız için, bütün bunları yanlış anladınız. Gözünüzü açın, görün… Size gösterilen şey ile onu gösteren kişi arasındaki bağı ve o bağın ne kadar ince kopuk olduğunu görün. Bir arkadaşımın paylaştığı gerçek bir hikaye ile yazıya son verirken yolculuğunuzda da başarılar diliyorum sizlere…

Kalabalık bir gruba yönelik konuşma yapan ve kendi bilgeliğini aktaran bir konuşmacı, sohbetin bir yerinde “sağ yanağınıza tokat atan birine sol yanağınızı dönmelisiniz” şeklinde bir cümle kuruyor. O esnada konuşmacının sağında oturan kişi onun sağ yanağına bir tokat atıyor. Canı acıyan konuşmacı can havli ile bağırıp çağırmaya başlıyor. Kendisini sabote etmeye çalışmakla suçluyor bu kişiyi. Bu esnada tokadı atan kişi “Pardon” diyerek diğer yanağına da tokadı basıyor. Konuşmacı neye uğradığını şaşırıyor ve tokadı atan kişi tekrar “Bunu siz söylemiştiniz şimdi oldu…” diyerek orayı terk ediyor.

Hayat işte tam da böyle işliyor, size tokat atana diğer yanağınızı dönme cesaretiniz varsa dönün diyorum. Yoksa içinizden gelene gülümseyin…

Exit mobile version