Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

Tekamülde ilk iki boyut

 

Bir keresinde internette şöyle bir karikatüre rastladım.

Üstteki yol senin planladığın hayatı, alttaki yol ise evrenin sana yaşattığını temsil ediyormuş. İşte dünya bu kadar çok zorluymuş. Hatta derler ki “Hayat, sen planlar yaparken başına gelen şeylerin toplamıdır” veya “Sen plan yaparken yukarda birileri kahkaha atıyor.”

İronik! Ama hani insan “bakış” idi? Hatta kuantum bilimi de bunu kanıtlıyordu. Yoksa, bu uçuk kaçık bir bilimsel teoriydi de gerçekler başka türlü müydü?

Belki de bu tabloda ironik bir durum yoktur. Belki son derece de tutarlıdır. Yani öyle dudağının bir kenarını aşağı, ötekini yukarı kıvırıp da kalkık kaşlarınla “hıh” demesen de olur aslında.

İnsan bir anlığına kendine acımayı bırakıp büyük resme bakmak istese, evrenin planları ile kendi planlarını üst üste koymayı akıl edebilirdi. Arada bir “Ben ne dedim? Hayat ne yaptı?” türünden bir konsolidasyon yapmak iyidir.

Ayrıca bu konuda esaslı bir de bilgi var.  Evren ve sen TEKsin. İhlas suresini incelersen görürsün ki o sure Kuran’ı dört ayette özetler. Senin dışında bir evren yok. İki yok, TEK var. Allah var gayrı yok. O nedenle konsolidasyon dediğin hakikatin kendisidir. Bu resmin aslı şöyledir.

İki boyutta çizgilerin dili..

İki resim üst üste koyulduğunda karşımıza çıkan gayet net bir Trend Diyagramı olurdu. Bak, şöyle bir şey…

Tablodaki iniş çıkışlı durumlar, beden/zihin/ruh üçlüsünün ürettiği duyguların penceresinden bakan senin yolu nasıl algıladığını, olanları ne zannettiğini gösteriyor. Sen, zanların ile, düşüncelere inanarak bilincini mühürlersin. Mühürlü bilinç bütünden kopar. Sınırlı zihin halini alır. Karanlıkta aşağı yukarı savrulur. Arar, bulamaz. Yorulur, duramaz. Dengelenemez.

Kırmızı düz çizgi hakikatte ne olduğudur. Bilincin mühürlenince kırmızı çizgi bozulmaz, durur zihni bekler. Onun zaman ile işi yoktur. Algıladığın evrende, duyguların ve düşüncelerinle iner çıkarsın ya da çıkar inersin ve hakikati olması gereken yerde bulursun. Yol sana göre biraz uzamıştır ama sonsuzlukta bir nefestir; fark etmez. Dikkat edince görürsün, kırmızı çizgiye göre “BEN”in planı aynen, tıkır tıkır işliyordur. Hedeflenen yönde geri dönmeden gidiyorsundur.

Kur’an bu kırmızı çizgiyi “sırat-ı müstakim” diye tanımlıyor. Fatiha suresinin 6.ayeti “ihdinas sıratal müstakim” der ”sırat” yol demek, “müstakim” ise istikamet demek. Yorumcular bunu her türlü aşırılıktan uzak, orta yol, dengenin yolu olarak tanımlıyorlar. Fatiha Suresi 6. Ayet “Beni hedefe odaklı, aşırılıklardan uzak, dengeli, orta yoluma yönelt” demektedir. Kendini yola adamış kişi, işte bunu yürümeyi özlemektedir. Yuvaya en kestirme yol, sıratı müstakimdir.

Nefes ile söner Nefs..

Öyle denildiği gibi yukarıdan bakıp gülen falan yok. Kendine uzaktan bakarsan gördüğün sadece kırmızı çizgidir. Olayları çok sahiplenirsen deneyimlerinle özdeşleşirsin. O zaman kaybolursun. Gördüğün savruntudur. Deneyimlerle özdeşleşip, daralan tarafın ego / nefstir. Nefs güçlü ise beden ölünce sen de öldüğünü sanırsın.

Özdeşleşmediğin zaman, yaşadığın her şeyin ruhsal gelişimine hizmet ettiğini anlarsın. Ruh bazen en dibe vurarak daha yukarıya ulaşmak için ivme alır bazen de aşağıya doğru serbest dalış yapmak için olabildiğince yukarıdadır. Zihin, dipteyken karalar bağlar, tepedeyken balon gibi şişer. Oysa zihnin yüklediği anlamlar ruhun umurunda değildir. Bunlar “Halet-i ruhiye”dir yani ruhun halleri.

Zihin bu halleri kendisinin sanır ama altından da kalkamaz, çok gürültü yapar ama olanla başa çıkamaz. Olan olmaktadır. Ancak sustuğunda, büyük resmi sezinler, her şeyin uygunluğunu fark eder. Suskun zihin demek, şarkı söyleyen hayat demektir. Zihnin seni yoracak kadar çok konuşuyorsa nefesine odaklan ve sağlıklı nefesler al. Sen nefesini dinleyince zihnin susar.

Hayatın yönünü zihin değil “bakış” belirler..

Zihin susmalı, kendi sınırlarını bilmeli ve hayatta seçimi yapanın kendisi olmadığının fark etmelidir. Seçimi yapan “bakış”tır.

“Bakış” seçimini bedendeki beyni ile düşünerek yapmaz. “Bakış”ın seçimi ÖZ ve ruhun odaklandığı frekanstır. Odak hangi frekans ise ruh o minvalde deneyimler yaşar. Zihin ise o deneyimleri madde düzeyinde anlayışa dönüştürerek, geri bildirimleriyle ruhu genişletmek ve bütüne döndürmek için iş görür.

ÖZ ve ruh, ikisi ayrı şeylerdir. ÖZ, ezoterik öğretilerde Monad, islamiyette Ahadiyet makamı olarak tarif edilir. Ruh dediğin ÖZ ile beden/zihin arasındaki köprüdür. Benzer şekilde zihin de ruh ile beden arasındaki köprüdür, ama onu doğru kullanmazsan arıza çıkarır. Arızanın adı ego / nefs’dir.

İnsan, teşbihte hata olmazmış, lahana ya da soğan gibi katman katmandır. Zihin diğer katmanları pek algılamaz, kendisi ile sınırlıdır. Bir tek bedeni ve kendisi var sanır. Kendisini bedeni ile tanımlar.

Yaratılışın tamamı katmanlar halindedir. Bilinç kendi titreşimini kademeli olarak yavaşlatarak niyetini maddeye çökertir. Katmanlar enerjisel olarak titreşim farkları nedeniyle oluşur. Her kademe farklı bir enerji bedene tekabül eder. Maddeleşmiş kısım en yavaş titreşen katmandır. Senin maddesel bedeni sarmalayan çok katlı bir auran var. Onu aynada görmüyorsun ama var. İnsan şöyle kabaca bakıldığında 7 katlı bir varlıktır.

Zihne önce “ben” demeyi bıraktırmalı, “sen” dedirtmeli sonra da bedeni saran diğer katmanları öğretmelidir. Diğer katmanları da öğrenen zihin kendisini fiziki bedenle tanımlamayı bırakır. Ufacık olduğunu ve nasıl bir ihtişamın mütevazi bir parçası olduğunu sezinler ve “biz” demeye başlar. Gerçekte yapması gereken görevlerini yapıp, hayatı yaşamayı “rüyayı görmekte olan bakış”a bırakır. Bakış’ın seçimlerine teslimdir, savrulmalar bitmiştir. Dinginleşen zihin secde eder ve yukarıdaki resme baktığında sadece kırmızı çizgiyi görür. Artık küçük değil büyük harfle “BEN” demektedir.

Nefs ölürken, beden kalır, ruh tekâmül eder..

Her zihin bir gün ruhuna uyanır. Bu kaçınılmazdır. Kur’an’da Ankebüt Suresi 57.ayet bunu gayet net söyler. Der ki “Her nefs ölümü tadacaktır, sonra bize döndürüleceksiniz.”

Sıratı Müstakimin yönü kuşkusuz yukarı doğrudur. Sonunda mutlaka kaynağa dönülecektir. Söz konusu ayet, şu topluluktan, bu inançtan, boyu şöyle, saçı böyle olanlar diye ayrım yapmıyor. “Her nefs” diyor. Nefs dediğin, zihin/beden/ruh üçlüsü içinde kaybolup kendisini onlar sanmak durumudur. Ve Kur’an bu durumun mutlaka sonlanacağını haber verir.

Beden öldüğünde bu nefsin öldüğü anlamına gelmez. Ruh beden öldüğünde değil nefs öldüğünde tekâmül eder. Aslında, yaşadığımız her farkındalıkla, her teslimiyetle biz nefsimizi öldürürüz. Ölüm dediğimiz kaba bir halden daha ince bir hale dönüşmektir. Ve nefsin öldüğü anların her birisi bizi ÖZe yaklaştırır. Ankebüt Suresi 57.ayet, kendisini bütünden ayrı gören her bir nefsin tek tek uyanıp kaynağa döneceğinin müjdesidir. İnsan olan, sonunda mutlaka beden/zihin değil bakış olduğunu, sınırlı değil sonsuz olduğunu idrak eder ve ÖZüne döner.

Bu dünya planına doğmayı seçtiysen, maddeye indiysen, birincil niyetin ruhunu daha da yukarı taşımaktır. Kainatta “dur ben dünyaya ineyim de orada frekansımı daha da düşürüp, sürüm sürüm sürüneyim” diyen bir tek ruh yoktur. İnsan her ne yaşıyorsa bu onun büyük planda genişlemesine hizmet etmektedir. Bazen daraltıyor görünse de sorun yok. Salınımlar trendin yönünü bozmaz.

Ruh genişlemenin yolunu mutlaka bulur. O sonsuzca varolan bir enerjidir. Zamansızdır. Acelesi de yoktur. Ruhun öncelikli niyeti genişlemek ve bütünde erimektir. Dünya bu niyete hizmet eden şahane bir rüya platformu ve okul olduğu için senin ruhun burada bedenlenmeyi seçti.

Tekâmülü iki boyutuyla gördüğümüzde, eni ve boyu vardır, aşağıdan yukarıya doğrudur. Ruhun kumandasındadır, zihni eğiterek uyandırır ve uyanışın ardından yuvaya yolculuk başlar.

Peki bu mudur tekâmülün resmi? İki boyutlu, düz bir çizgi kadar basit midir bu olay? Birkaç ufak kavram daha olsa iyi olur galiba. Üçüncü boyut derinliktir, daire ile anlatalım onu. Dördüncü boyut zamandır, spiral diyelim ona ve sonrasında bütünlenme gelir. Gelecek yazıda konuşalım bunları.

Özetle :

Bilgiye dokunmak ona sahip olmak değildir. Bildiğini sandığın durum hayatın içinde seninle yüzleşince bazen onu tanımazsın bile. Dediğin değil yaptığın, başkasına değil kendine anlatabildiğin kadarı işe yarar. Ama hepsinden çok, en çok işe yarayanı sessiz tanık olabilmektir. Dışarıda konuşurken ve eylemlerinle yaşarken “içinde sessiz tanık” olabilirsin, biliyorsun değil mi?

Bir gün artık bilgiye ihtiyacın olmayacak. O zamana kadar gündelik hayatında kullandığın bilgi çok işe yarar. Vakit tamam olunca bilmemeyi de bileceksin. 

Senin halden hale geçişlerinde ustalaşman için en çok ihtiyaç duyacağın şeyler anlayış, kabul ve sevgidir. Bunları kendinden iste. Kendini anla. Hallerini kabul et. Öylece olduğun gibi sev kendini. Sen kaynağın sonsuz sevgisinde yaratıldın. Sonsuz hayatsın. Kendinden kaçamazsın. Kimliklerinle özdeşleşmediğin ve sessiz tanık olmayı öğrendiğin zaman uyanacaksın. Uyan.

Exit mobile version