Yazılarımı şu günlerde sahura doğru yazıyorum. On yedi saat oruç tutup zihnimin tekrar bilindik aktif hali için yedi saat sürem oluyor. Bu süre zarfında biraz uyku, yemek, su, çay hatta arkadaş sohbetleri ve yazmak için zaman bulmaya çalışıyorum. Yedi saat varsıllık zamanında kendimi oyalayabileceğim tüm o alışkanlıklarıma dönüyorum. Oruç başladığındaysa yine aktif bir halde olduğum söylenebilir ama her ne zaman oruç tutsam (Ki son dört yıldır bu arınmayı düzenli uygulayabiliyorum.) ruh halim değişiyor. Düzenli oyalanabildiğim alışkanlıklardan uzak olmak anlık bile olsa bazı farkındalıklara neden oluyor.
Ne kadar çok şeye kendimden anlamlar yüklemişim mesela. Çay keyfi, sigara keyfi, arkadaş sohbeti, sevgili romantizmi, yemek, içmek… Mahrum kalınca o şeyin kendi anlamını ifade etmesine izin veriyor insan. O şeye sahipken anlamlar yükleyip, beklentilere girip o şeyi iğdiş iğdiş tüketme coşkusu yerini beklentiden ziyade vakur, sabırlı bir bekleyişe bırakıyor. Bu yoksunluk anlarında o coşkun arzular, tutkular neredeyse can sıkıntısı diyebileceğimiz bir güvensizlik, çaresizlik hissi bırakıyor. Ancak bu his yarattığımız illüzyonların sonucu açığa çıkıyor. O histe bir müddet kalıp kendimize sabır göstermeye cesaret ettiğimizde bir kuş sesi, beklenmedik bir rüzgar ya da midenin gurultusu, nefesin baştan girip vücuda yayılışı ve sonra tekrar salıverilmesi gibi ayrıntılar kendini gösteriyor.
Oyalanma, oyunlar oynama, coşup kendini salma hallerini özlüyor ve buna ilişkin icatlar yapmaya çalışıyor zihin ancak bunun beyhude bir enerji kaybı olacağını bilmek çok ilginçtir beni verimli olanla uğraşmaya yöneltiyor. Bu yoksunluk duygusunu bastırabilecek bir varoluşun peşine sürükleniyorum. Benim anlam yüklemelerim ve kuracağım illüzyon yeterince inandırıcı gelmiyor çünkü. Öyleyse varoluş benim emrimde değil bunu çok net görebiliyorum. İçime hakim olma gayreti dışarıya olan hakimiyetimi zayıflatıyor ama bir o kadar da dışımda akan hayatın içime girişini kolaylaştırıyor. O kontrol etme çabasında olduğum hayat, beklentilerimden üreyen başarısızlık ve hayal kırıklıkları yerini edilgenliğe bırakıyor.
Bunu görmek kendimi varsıl hissettiğimde ne kadar küçük bir varlıkla tatmin olduğumu, yoksul hissettiğimdeyse farkında olmadığım daha nice detayların bir nefes boyunca bana can kattığını fark ediyorum. İşin kötü yanı ise zihnim bunu kabul etmek istemiyor, tüm tırnaklarını geçirmiş sahip olduğu imgelere; “Hayır! Bu benim anlamlarım, asla bırakmam.” diye haykırıyor. Ne kadar tuhaf, sahip olma güdülerimiz dışında bir şeye sahip değiliz sanki. Bizim olmayan güzelliklerin ardında tutkuyla koşuyoruz fakat sorgusuz sualsiz bizim olan güzellikleri göremiyoruz bile. Bu olsa olsa insanın kendini önemli hissetme çabası olabilir. Kendi bedenine ve zihnine hakim olmak için çaba gösterdiğinde insan tarifsiz bir boşluk ve acıyla karşılaşıyor. Peki bu acı gerçek olabilir mi? Yani bu acı benim varoluşumla ilgili bir acı mı? Ya da korkularımdan kaynaklanan yine yüklediğim anlamların sonucu oluşan yapay bir acı mı? Acaba zihinsel cehennemlerimizin mimarı yine biz kendimiz olabilir miyiz? Yoksunluk anlarımda bu sorular yankılanıyor bedenimde. Kalbim sıkışıyor, midem kasılıyor ve bir nefes alıyorum sonra o nefesi geri verirken teşekkür ediyorum kendime. En azından orucu bozmayacak bu güzelliği doyasıya yaşadığı için.
Kendi namıma öğrendiklerim listesine şu bilgiyi eklemek istiyorum: Sahip olmak için yırtındığım ne varsa onlar da dahil olmak üzere her şey bana sahip olsun. Ben yaşamın olayım. Çünkü yaşam benim olduğunda ne yapacağımı bilemiyorum, coşkun bir telaşla postun içindeki suyu sızdırıyorum. Bir bakıyorum ki onca yolu boşuna tepmişim, ellerimde bir şey yok.