Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

İn’en ile San’an İnsan’ın Hikayesi

Dünya tarihinde geçmişe ve geleceğe dair bütün hikayeler iki heceli tek kelime üzerine olacak… Bilmem kaç yüz bin sayfalık bir kitabın her sayfasının ortasında tek bir kelime olacak ve birinden diğerine geçerken arada boşluk gibi görünen her satırda, yazılmamış ve ifade edilmemiş cümleler olacak. Yine de İn-san’ı ve onun yolculuğunu anlatmaya yetmeyecek…

Amaç için yola çıkıp amaçsız kalmak farklı bir hal. Düşün kitabı açıyorsun, önsöz boş, içindekiler kısmında … var … ve sonra ilk sayfanın orta yerinde “in-san” yazıyor ve arka sayfanın da tam ortasında da “in-san” ve bütün sayfalar böyle devam ediyor… Son sayfada yine … var… kapak beyaz ön tarafta, siyah ve büyük punto “iki hece” yazıyor arka kapakta ise “tek kelime”… İki hece/tek kelime in-san ve o varoluşun her anına nüfuz edip ya yok ediyor ya da var ediyor. Sen öğrenci mi öğretmen mi olmak istiyorsun? Öğrenci yok eden, öğretmen var eden midir? Bilmiyorum! Belki de öğrenmeyi bırakıp, öğretmeye başlamak gerekiyor…

İn’en kim? san’an kim? bilmeden yaşıyor hayatı, insan çocuğu. Kitaplar yazılıyor anlatmak için ona dair her şeyi yine de manasının derinliği yüzünden anlayamıyor in-san, çünkü hamlığından vazgeçmek istemiyor. Hamlık mı? Tamlık mı? diye sormayı da akledemiyor. Çünkü onların da ne olduğunu bilmeden geçiriyor ömrünü.

Bir kitaba denk gelmiştim adı “Okunacak en büyük kitap, insandır” idi. İn-san okuyabilmek bir marifet midir? Yoksa insan okumak varoluşun hakikati midir? Kaç kişi insanı okuyabilir ki? İnsan okumak için hangi dili bilmek gerekiyor? Açıkçası bu konuda bir fikrim yok, insan evrenin satırlara dökülmüş hali gibi duruyor orada. Korkuları, hezeyanları, duyguları, arzuları, ihtirasları, beklentileri, özlemleri ve daha da önemlisi yaşanmışlıkları onların hepsini kendi içinde benzersiz kılıyor. Dikkat ederseniz, insanı anlatırken renginden, dilinden ve cinsiyetinden bahsetmedim. Onlar sadece görüntüler dünyasındaki yansımaları, gerçek değiller, sadece şekiller…. Ve insan şekliyle değil, bilgeliğinden, erdemli oluşundan, onurlu duruşundan, korkularıyla yüzleşmesinden, duygularıyla yaşamasından belli eder kendisini.

Bugün dünyanın en büyük sorunsalı, insanları şekillerine göre sınıflandırmasıdır. Sarı, beyaz, siyah, latin, çekik gözlü, kısa, uzun, sarışın, esmer, kumral, dişi, erkek ve uzar gider liste. Bunların içinde insana dair bir tanım var mı? Bence yok. Bazıları renk, bazıları şekil tanımı, bazıları da cinsiyet belirtiyor… Bunlara ilave bir de inançsal tanımlamalar var onlar da insanı anlatmıyor… İlginç olanı ne biliyor musunuz? İnsanın kendisini bu kadar garip tanımlarla eşleştirip kendisini o sanması. Bir yerlerden İn’diğine inandığı bilgilere kanıp topladığı San’rıların toplamını kendisi sanıyor. Ne büyük yanılgı ve kayıp değil mi?

Haydi yine bir kitap yazalım, sadece insanı anlatalım. Masumiyetini dile getirelim mesela. Anne, baba, toplum, eğitim sistemi, ideolojiler ve inançlar ile dönüştürülmeden önceki masumiyetini anlatalım. Ya da sevgisini dile getirelim. Beklentilerle inşa edilen sevgileri değil tabi. Kocaman ve özgür sevmelerini yazalım satırlara. Oyunlar oynadığında çocukluğunda ona yaramazlık yaftası yapıştırmayalım. Bizim istediğimiz gibi değil, onun istediği gibi oynansın oyunlar. Sarıp sarmalayalım sadece insan çocuğunu. Bir şey kırdığında gülümseyip, seni seviyorum diyelim. Bir şeyi doğru ya da yanlış yaptığında da gülümseyelim. Boş verelim psikoloji biliminin saçma sapan yaklaşımlarını, özgün ve özgür büyütelim o sevgi dolu çocuğu. Çünkü o da büyüdüğünde insan olacak, kayıpları olmasın neşeden ve sevgiden yana. Korkuyor diye kızmayalım ve dalga da geçmeyelim, korkunun bir duygu olduğunu ve korkusunun dilerse geçeceğini, korkmayanları göstererek anlatalım. Hayat basittir, hayat kolaydır ve hayat sen emek harcarsan eğlencelidir, her zaman da karşılığını verir diyelim. Böylece gözü korkmaz olan bitene baktığında. Kaygılarını alalım ufak ufak, gözlerinde büyümesin yarın, içinde yer etmesin gelecek…

Çocuklar, neşesiyle renk katsınlar hayata. Ürkmesinler gökkuşağı renklerini taşıyor diye resimleri. Kim demiş ki gökkuşağı renkleri eşcinsellerindir diye, o renkler çocukların renkleridir. Çocukların rengini çaldılar diye suçlamıyorum onları ama başka renk bulsalardı ne olurdu yani. Şimdi çocuklar korkar oldular hayallerindeki tüm renklerden. Halbuki renkler onlara aitti ve düşlerini, camlarını, duvarlarını süslerdi o renklerle. Bir kedi çizip üzerine çekiverirdi gökkuşağını. Yağmur yağmasa da renkleri doğururdu çocuklar. Şimdi renkler de çocuklar da öksüz kaldılar…

Bütün olasılıkların ötesinde, olasılıksızlığın tam orta yerinde var olmanın her halini hece hece yaşayabilmenin tarifsizliği ve tanımsızlığı. Yolculuğun da tarifsizliği içinde garip bir zaman ve mekanda denk gelen iki kelimenin dört hecenin hiçbir zaman şiir olamadan, şiir tadında seslenişleri ile yine ve yeniden tanımsız kalmak. Yani in-san olmak. Şefkatin bilgeliğini, sevginin görkemine eklemek ve sarıp sarmalamak kendini ve dünyayı.

İnsan, duyguları tarafından yönetilmeye başladığında gözleri kararan bir tür. Sahip olma arzusu baskın oluyor.

Bir yere gidiyor orayı çok seviyor, parası varsa orayı satın alıyor

Bir çiçeği görüyor, koparıyor

Bir kadın ya da adamı görüyor yaşamından koparıyor onun olsun istiyor sadece onun

Bir eşyayı görüyor hemen almak istiyor

Sahip olabildiği yetenekleri ve zenginlikleri kadarıyla sahip oluyor. Parasıyla alabildiğini parasıyla, bedeniyle alabildiğini bedeniyle alıyor… Sahip olmayı kendi eksikliğini giderecek sanıyor. Fakat ne eksikliği tamamlanıyor ne de sahip oldukları onu mutlu ediyor.

İn’sen gidecek yerin yok, San’dığın kadar büyük bir cennette yok öte tarafta. Hal böyle iken, kalmışken kendi varlığınla baş başa neden asıl olanı olmak için çaba harcamazsın ki insan çocuğu… Bu kadar kolay iken insanlıktan nasibini almak, onu elinin tersi ile itip nasipsiz mahluklar gibi dolanır durursun ortalık yerde. Hiç mi görmezsin dünyanın döngüsündeki o güzelim dengeyi. Ne zaman taşıyacaksın kendi varlığını hayvan diye gördüğün o canlıların mertebesine de içinde dengeye getireceksin zihninle duygularını… Ve ne zaman büyütüp yükselteceksin, yüreğin ile sezgilerini harmanlayıp insan olan yanlarını. Ne zaman…

 

Exit mobile version