Yakın zamanda “Tabula Rasa” terimine denk geldim. Düşünmeme vesile oldu. Bahsi geçen söz başarılı bir meditasyonda yakalanan zihinsizlik hali midir yoksa doğar doğmaz insanda olan orijinal fabrika ayarları durumu mudur? Burada sözü edilen tam olarak nedir? Anladığım kadarıyla bir bebek dünyaya geldiğinde sıfır hafıza ile doğar diye bir fikir atılmış ortaya. Kafasının içi boş doğuyor ve her şey bebeğe daha sonra öğretiliyor. Oldum olası başkasının fikirlerini çürütmek veya desteklemekten kaçınmışımdır. En güzeli kendi fikrimi oluşturup ona sahip çıkmak diye düşünenlerdenim…
Hatırladığım kadarıyla doğar doğmaz saf ve orijinal haldeyken 5 duyuyu yeni yeni kullanmaya başladığımızda hemen ardından deneyimlerimizle kayıtları oluştururuz. Kimi zaman bilerek farkında olup, diğer zamanlar farkına bile varmadan. Sonra da tecrübe ettiğimiz her şeyi o kayıtlara kıyas yaparak hayatı deneyimlediğimizi sanıyoruz.
İlk defa çilek tadan bir bebek onu sevebilir ya da sevmeyebilir aynı şey peynir ve diğer yiyecekler için de geçerlidir. Bütün ilkler için aynı şey söz konusudur. Bu ilk tat almak durumunda doğuştan önce gelen bir deneyim ya da kayıt mevzubahis değilse o zaman tepki tamamen bireysel bir yapıya dayanıyor. Sonuç olarak da beğenmek veya beğenmemek söz konusu oluyor. Adına fıtrat ya da kişisel eğilim diyelim. Aklıma bu geliyor. Bebekte önyargı, bilgi veya deneyimin olmadığını varsayıyorum. Sonra peynirin tadı, görüntüsü ve kokusu gibi her bir özelliği zihne kayıt oluyor. Aynı peyniri tekrar yerken zihin onunla ilgili bilgileri kullanıp kişinin tat almasını engelliyor. Sadece kıyas yapmasına izin veriyor. Yeniden aynı peyniri yerken sertliği, tazeliği, aroması, kokusu gibi her bir özelliğini daha önceden yediklerimizle kıyaslarken farkına bile varmıyoruz ve dolayısıyla da yediğimizin tadını gerçekten almıyoruz. Aç birinin canı pizza çekiyorsa o kişi gerçekten aç değildir. Aç olan kişinin önüne ne konursa yer. Yemelidir. Gelişip ilerlerken aslında tat almayı unuttuk. Bunu hatırlamak lazım! 5 duyumuzun hepsi için geçerli…
Aynı şekilde çileğin tazeliği, yumuşak veya sertliği tatlı ya da ekşiliği de kayıt ediliyor. Bunu bir adım ileriye taşıyalım. Bir kutuda bulunan farklı çilekler değil de aynı ağaçtan toplanan çilekleri 100 tane bebeğe ilk kez yedirdiğimizde her birinden farklı tepki almamız olasıdır. Kimi tatlı bulacak, kimi ekşi kimi alerjik reaksiyon gösterecek kimi kusacak. Yani doğarken genetik kodlamalarla dünyaya geliyoruz. Bazı şeyler bizler için önceden belirlenmiş. Bu kodlamanın kader olgusundan farkı nedir? Basit anlamda seçilmiş farklı kelimeler midir sadece?
Pek çok konuda olduğu gibi ispatı olmayan inançlara sahibim. Her şeyi bilerek bu dünyaya geldiğimizi düşünüyorum. Daha önce yaşamış herkes hakkındaki bilgileri ve yaşanmış tüm deneyimleri bilinçaltımızda taşıdığımıza inanıyorum. Jung’un “Kolektif Bilinçaltı” kavramı da bunu doğrular. Bu yüzden hatırla kelimesi çok önemlidir. Sen biliyordun halen de biliyorsun o yüzden hatırla! Tevrat’ta en çok geçen sözdür “Hatırla.” Aynı şekilde “Oku” diye geçen kavram da konuyla ilgili sanıyorum. Okunacak olan benim, kendimim. Ben kendimi okumayı bilirsem herkesi ve her şeyi de okuyabilirim. Yani anlayabilirim, tanıyabilirim.
Ben Çin’ce ve Rus’ça biliyorum fakat bunu hatırlamıyorum. O yüzden okula giderek ders alarak öğrendiğimi zannederken aslında hatırlıyorum. Bilginin dışarıdan geldiğini zannederken aslen bilinçaltından hatırlıyorum. Zamanla da bunu zihnime ve hafızama taşıyorum. Öğreniyorum, yeniden farklı bir dilde konuşmaya başlıyorum.
Tabula Rasa sıfır zihinse, hafıza boşsa bilinçaltında durum nedir diye sormakta fayda vardır. Bilinçaltı doluysa belki de o ilk tadılan çileğe verilen tepki tamamen doğal değildir. Hatırlayarak bilerek farkında olmadan verilen bir reaksiyondur Tepki vermekten farklıdır. Yıllar yılı yediğim Uzak Doğu ve Meksika yemeklerinde içinde bulunan bir tat beni bezdirmişti. Bulana kadar çok uğraşmıştım. 50 sene sonra maydanoz sandığım şeyin kişniş diye benzer tür bir yeşillik olduğunu öğrendim. Güçlü kokusu ve tadına karşı inanılmaz bir alerji gösterdiğim bu ot bana neden dokunuyordu?
Eski hayatlar, reenkarnasyon konusuna vakıf değilim. Hiç de ilgimi çekmiyor. Bu bilinç boyutunda geçmiş hayatlarıma dair hiçbir şeye teyit alamayacağımı bildiğimden ilgi göstermedim. Yeniden doğuş, tenasühün var olduğunu düşünüyorum, buna inanıyorum. Gel gelelim kişniş ile ilgili eski bir deneyimim mi oldu hatırlamıyorum. Çoğu insanın sevdiği bu ot neden benim ağız tadıma uymuyordu acaba? Bilmiyorum. Bildiğim kişnişi sevmediğimdir. Sevmemek, ağız tadına uymaması, keyif almamak, bunların her biri öğrenilmiş midir emin olamıyorum. Doğuştan gelen bir yapı ise demek ki hiç yemeden önce de bu ota karşı alerjim vardı. Karşıma hiç çıkmasa ben de bilmeyecektim. Çıkınca bunu öğrendim ya da hatırladım demek daha doğru oluyor.
Zihin çabuk öğrenen bir olgu. Kayıt yapmaktan öte elinde olan bilgiyi istediği gibi kullanabiliyor. Kimi zaman haz almadığımız bir şeyi zevkli gösterebiliyor bazen de keyif aldığımız bir şeyden bizi soğutmayı becerebiliyor. O zaman zihin kendi kendine başıboş hareket edebilen bir olgudur diyebilir miyim? Pek çok şey zihinsel olduğundan zihnin de keyif alıp almaması söz konusudur. Ben bu hayatı deneyimlerken zihin de benimle birlikte bazı şeyleri hatta her şeyi deneyimliyor. O zaman amaç zihne hükmetmek. Bu çok zor bir iş. O yüzden onu idare etmeyi öğrenmek hatta istediğim zaman az bile olsa yönlendirmek benim amacım olmalıdır. Ben bilerek isteyerek beynimin sadece %10 gibi bir kısmını kullanabiliyorsam kalan %90 lık kısmı kendi kendine ya da benden bağımsız olarak bir şekilde çalışıyor demektir. Buna nasıl mani olurum ya da ne şekilde arzu ettiğim gibi yönetirim? Soru budur. Cevabı sizde…