Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

Hayat Oyunu

Hayat bir oyun mudur? Çoğu kez duyarız insanlardan, kendi hayatının başrolüne geç diye. Ya da senaristi sen ol, ışıkçısı sen ol, rejisörü sen ol… Bütün bunlara bakınca bir film oynanıyor ve bütün rollerde sen olmaya çalışıyorsun. Çalışıyorsun çalışmasına da hepsi olmaya çalışınca kendini yitiriyorsun. Sen, sadece kendinsin, Kendin olduğun bir dünyada ışıkçı olma… Bırak ışıkçı senin yaşama verdiklerinin sana yansıması olarak gelsin. Sen rejisör olma, düşüncelerin, eylemlerin, senin kime nasıl davranacağına, hangi insanın yaşamında ne tarz rol oynayacağına bırak hayata ektiklerin karar versin.

Figüranlarıyla, yardımcı oyuncularıyla, senaryoyu yazanıyla, mekanları seçeniyle ve senin hayatını nasıl oynayacağını yöneten yönetmeniyle, bir oyunun tam ortasındasın zaten. Nerede duygunu yükselteceğini, nerede susacağını, nerede güleceğini ve ağlayacağını söyleyen bir hayatın içindesin zaten.

Oyundan atılmak nedir bildiğin için oyunda kalmak adına, oyunu yöneten her bir bireyin esiri oluyorsun günün sonunda. Hayatında figüran olacak kişiler bile sana yaşam yolculuğunda bir şeyler göstermek adına canını yakmaya başlıyor. Figüranın can yaktığı bir hayatın içinde iken yardımcı oyuncuların, ışıkçıların, rejisörün, yönetmenin, senaristin, seslendirmenin ve kameramanın neler yapabileceğini hayal etmek ister misin? Zor değil mi?

Bütün hayatımız başkaları ne der düşüncesi ile geçmiştir ve oyun bu ya her seferinde başkalarının dedikleri ile yolumuza ve yolculuğumuza devam ediyoruz. Üstelik ortaya çıkan her hatada ya ışıkçıyı ya kameramanı ya da seslendirmeciyi suçluyoruz. Çünkü çocukken yere düştüğümüzde hatalı olan yerdi, kafamızı masaya çarptığımızda suçlu olan masa idi, elimiz yaktığımızda dövülecek şey soba idi, sıcak demlik idi, çay bardağı idi. Oyun içinde oyunlar oynayarak büyüdük ve asıl olan kahramanın kim olduğunu hiç bir şekilde hatırlayamadık. Aile denen senarist ve yönetmen koltuğunda oturan kimlikler bize yaşanan her şeyin dışarıdan geldiğini anlattı, öğretti, dayattı durdu… Bizde anlatılanlara o kadar inandık ki olan bitenleri gerçek kılıp kabullendik…

İşin komik tarafı kendi hayatımızda oynanan oyunların farklı sürümlerini izlediğimiz televizyon dizilerinde, kahramanlara –ki oyun önceden yazılmış, oynanmış, yeni bir bölümün çalışmaları bile bitmiş olabilir- yanlış davrandıklarını, biz olsak öyle yapmayacağımızı, nasıl kör olduğunu, olayın bu şekilde çözülemeyeceğini bağıra çağıra anlatıyor hatta dost sohbetlerinde filmin/dizinin kritiğini yapıyoruz. Bizim oyunumuzun sürüm farklılıkları ile bize gösterilmiş hallerine bile o kadar inanıyoruz ki üzerinde günlerce konuşacak konular yaratıyoruz. Muzdarip sevdalar, münferit olaylar, başa bela dışavurumlar tam da buralar açığa çıkıyor.

Soru şu, insan kendi yaşadığı hayatın gerçek senaristi, yönetmeni, başrol oyuncusu olabilir mi? Öyle ya bir hayat oyunu oynanıyor ve konu tamamen bizimle alakalı ve biz de oyundan bihaber çıkıp sahneye öğretilen replikleri tekrarlayıp, söylenen duygulara girmeye çalışıp, uygun duruş ile kendimizi ifade etmeye çalışıyoruz. Bütün bunları kendinde görüp, fark edip, en doğal hale çevirip kendin olarak sahneye çıkabiliyor muyuz?

Zor mu? Çok mu zor? Kendin olabilmek…

Kendin olup, oyundan çıkıp sahneyi terk etmek ve hiç bir role, kimliğe bürünmeden, sadece olması gerekene yani kendi özüne varmak onun istediğini hissetmek, bilmek ve yaşamında uygulamak, çok mu zor? Vazgeçebilmek, teslim olabilmek, rolleri reddetmek, sevilmemeyi göze almak, gülün dikeni olmak, toprağın balçığı, gökyüzünün karanlık ve gök gürültülü haline gelmeyi, toplumun biçtiği kaftanı yırtıp en çıplak hali ile doğmayı seçebilir mi insan?

Hayatı bir oyun olarak görüyor musunuz halen? Rollerinizi, yükünüzü, seçimlerinizi, fark ediyor musunuz? Üstelik kendi hayatınızda başrol oynamaya çalıştıkça, başkalarının hayatlarındaki rollerinizi görüyor musunuz? Işıkçı olan sizi, yönetmen, rejisör, kameraman, figüran, yardımcı olan sizi ve davranışlarını kavrayabiliyor musunuz? Sürekli olarak hayatlarımıza müdahale edildiğini bağıran siz, kimlerin hayatına ne kadar müdahale ediyorsunuz? Kimin canı sizden dolayı yanıyor? Gerçekten ifade ettiğiniz, dile geldiğiniz ve isyan ettiğiniz kadar masum musunuz?

Kendi hayatınızın rollerini gözlemlerken, başkalarının hayatlarındaki rollerinizi de görüp geri çekilmeye var mısınız? Haydi, ne varsa elinizde bildiğiniz, tuttuğunuz hikaye, öykü, masal, senaryo ve kostüm hepsini bir kenara bırakıp hem kendi hayatınızın hem de başkalarının hayatlarının çıplaklığına teslim olun, göreceksiniz ki mutluluk üstlendiğiniz rollerde değil, terk ettiğiniz sahnede kendini gösterecektir.

Hayat size biçilen roller ile değil, sizin ona verdiğiniz repliklerle size geri dönüş yapar. Size dönen her bir duygu, düşünce, eylem, söz ve davranış sizin etrafınıza saçtığınız ve duymak istediğiniz, yaşamayı seçtiğiniz, deneyimlemek için kendinize söz verdiğiniz eylemlerdir sadece…

Fark edin, teşekkür edin ve Kendin(i)zi Bul’un…

Exit mobile version