Geçirdiği kaza yüzünden yüz körlüğüne uğrayan, kendisininki de dahil kimsenin yüzünü göremeyen hastasına doktor, onun durumunda istisna olmadığını anlatmaktadır. Buna mukabil hasta ısrarcıdır ve nerede, hangi ortamda, kimlerle bulunursa bulunsun sadece tek kişiyi tanıdığını söylemektedir: Sekreterini.
Bir müddet düşünen doktor, sekreterin ayırt edici bir özelliği olup olmadığını sorar. Kısa bir istişareden sonra ortaya çıkar ki; sekreter hanım işyerinde daima “kırmızı” bir hırka giymektedir. Bunun üzerine doktor durumu şöyle açıklar: Çalışan ile kıyafeti öyle özdeşleşmiştir ki nezdinde, patron hırkayı gördüğü anda hafızasının derinliklerine önceden işlenmiş yüz hatları zihninde canlanmakta, bu nedenle de sadece sekreterini görebildiğini sanmaktadır. Hâlbuki tanıdığı tek şey kırmızı hırkadır.
Hayal gücünün yaratıcılığı, genişliği ve somutlanışı nasıl da sonsuz, hayatı yansıtma biçimleri nasıl da eşsiz. Sanki her biri kendi özelinde yeryüzündeki insan sayısınca farklı şey anlatır gibi. Tıpkı yukarıda belli bir kesitini paylaştığım dizi gibi.
İzleyenlere ya da burada ilk kez rastlayanlara ne ifade eder bilemem, ama benim açımdan hepimizin böyle kırmızı hırkaları bulunduğunun etkili bir anlatısı bu kesit.
Mesela şimdi yerini banka şubesi almış, o kafe. Kim bilir ne güzel vakitler geçti dostlarla ne hoş sohbetler edildi. Hâlâ önünden geçerken şubeyi değil de kafeyi görüyorsanız; işte sizin kırmızı hırkanız.
Ya da salondaki koltuktan çocukluk yıllarına götüren o mis gibi tarhana kokusu, ocakta pişmekte olan çorbayla ilgisi yok. Çünkü o da bir kırmızı hırka.
Ya da şu şarkı, geçen sene sahilde sevgiliyle dinlenmiş. Getiriyorsa denizin kokusunu, rüzgârın esintisini çalışma masasının başına. Buyurun bir kırmızı hırka daha!
Sadece geçmişin anıları değil, geleceğe dair planlar, iş hayalleri ya da belki seyahat programları ya da günlük heyecanlar ve daha niceleri… Çıpalandılarsa eğer zihinde bir yerlere, her fırsatta başlarını çıkartıyorlarsa daldıkları sulardan ve teklifsizce götürüyorlarsa başka zamanlara, başka mekânlara ya da başka manzaralara; hepsi ayrı ayrı kırmızı hırka.
Ancak şunu bilmelisiniz: Rastlamak kolaysa da edinmek kolay değil hiçbirini. Öncelikle özel manası olmalı her birinin, özel değeri. Her çıkartıldığında durduğu yerden yepyeni görünmeli, pırıl pırıl parlamalı sonra. Asla solmamalı ne rengi ne duygusu. Ayrıca geçirdiğinizde üstünüze tam oturmalı tıpkı ilk günkü gibi. Bunların hepsi muhafazayla ilgili elbette. Korumasını, saklamasını ve kullanmasını da bilirseniz birden fazla kırmızı hırkanız bile olabilir, hatta kırmızı hırkalar dolabınız.
An itibarıyla tam da “böyle bir dolapla ne yapılacağının” sorulacağı noktaya varmış bulunuyoruz. İşin aslı ben cevabımı çoktandır biliyorum. Peki ya siz?
Meraklısına notlar:
Yüz körlüğü (Prosopagnozi) ile ilgili kısa bilgi almak isterseniz: https://evrimagaci.org/yuzleri-taniyamamak-prosopagnozi-7765
Yazıda bahsi geçen dizinin adını bilmek isterseniz: The Secret Life of My Secretary, Romantik Komedi, 2019.
Teşekkür ederim Murat Bey, yazım her zamanki gibi kıymet kazandı yorumunuzla. öte yandan aslında her şey görüş, bakış ve anlayışla ilgili. hırka gibi taşınabilir bir nesne söz konusuysa eğer onu ayak bağı etmek neden? giy üstüne, çık dışarı, yoldaş et kendine… değil mi ama
Bazen insanlığın bakarkör olduğunu düşünürüm. Sebebi ise çoğu şeyi görmeyişleri fakat işine gelen şeyleri görmesiydi.Prosopagnozi denen şey yani “Yüz Körlüğü” bir çok yerde, yürek, akıl, bilinç körlüğüne de eviliyor. Herkesin kırmızı hırkası kendisine güzel görünüyor. Yırtılmış, parçalanmış, dağılmış, rengi solmuş ve artık giyilemez hale gelmiş olması bir şey ifade etmiyor çünkü o hep ilk günkü gibi kırmızı ve canlı duruyor gözünün önünde. Kopamadığı için mi? Kopmayı bilmediği için mi? Yoksa kendisini o kırmızı hırka ile bir kere güzel hissettiği ve onu kendisine “kılavuz yıldız” bellediği için mi bilinmez ama onu terk etmemeyi kendisine bir onur meselesi haline getiriyor. Kırmızı hırka… Tutsaklık ile hiçlik arasında bir yerde durdu bir anda… Kalemine sağlık Özlem Hocam… Çok güzel bir yazıydı…